17 Kasım 2024 Pazar

​ONUNCU YILA MERHABA

DOKUZ YIL NE ÇABUK GEÇMİŞ 

(Kasım 2024 itibarıyla) 


Hayat, göz açıp kapama kadar kısa. O ara ne yaşadıysan yaşadın. 

O yaşanmışlıklar insana neler katıyor, kattıklarıyla da neler neler öğretiyor. 


Bodrum’ da yaşamak hayalimdi. Emekli oldum ve beş ay sonra buradaydım. 

Kendimce güzel günler yaşadım, yaşıyorum. Nasıl yaşamak istiyorsam öyle yaşıyorum. 

Evde bütün gün boş boş “yan gel yat beleş Osman” misali geçirmek istiyorsam öyle geçiriyorum. 

Kimi zaman sahile atıyorum kendimi, buz gibi biramı içerek mavinin tonlarında hayale dalıyorum. 

Kimi akşam kendime rakı keyfi yaşatıyorum. 

İstiyorum ki kimse rahatsız etmesin, kendi kendimle baş başa kalayım, iki etrafı boş boş seyredeyim. 

Esasında kendimle ilgili bir çok şey düşündüğüm anlardır bu anlar. 


Ahh ne ara bu yaşa geldim. Yıllar ne çabuk geçiyor değil mi? 

Yılların hızla geçmesi değil o esnada senin ne yaşadığın önemli. 

Yaşadığın yılları ne ile dolduruyorsun? 

Aman hiç çekemem, sus. 


Ah esen rüzgar, Müzeyyen Senar şarkısını buralara kim bilir nereden taşıdı? 

Rakı içmelik hava. 


Ne yapmak istiyorsanız onu yapın e mi? 

Başkalarının ne düşündüğünü boş verin. 

Hayat, yanağınıza güzel bir tebessüm kondursun ve yüzünüz gülsün e mi? 


NOT: 

Fotoğraflar bana aittir. 

14 Temmuz 2024 Pazar

​ASKERLİK MUHABBETİ (ÖYKÜ 37)

ASKERLİK MUHABBETİ 


Askerlik muhabbetinden hiç hoşlanmazdı. 

Anlatanı dinliyormuş gibi yapar başka şeyler düşünürdü. 

Kim olursa olsun her günü aynı geçen sürenin muhakkak anlatılacak bir şeyini bulur ve ballandıra ballandıra anlatmaya koyulurdu. 


Kendisinin askerlik anıları gözünün önünden geçti. 

Birbirine benzeyen günlerin toplamıydı. 

Monotondu. 

Hatta bazen sıkıntıdan ortadan ikiye ayrılacağını zannederdi. 

Dinlenmek için gidilen gazino denilen yerde kalabalığın içinde kendisi ile baş başa kalacağı pencere kenarında bir yer bulmuştu. 

Bir süre sonra ne kalabalığın ne de kalabalıktan çıkan uğultunun farkında olurdu. 

Pencereden görebildiği alanı seyrederken hayatını gözden geçirmeyi severdi. 

Kalabalık, adeta oturduğu yerin ona ait olduğunu kanıksamıştı. 

Kimse oraya oturmazdı. 

Pencerenin ayırdığı içerideki dünya ile dışarıdaki dünya ne kadar farklıydı. 

İçeride her askerin yaşadığı standart bir hayat vardı. 

Dinlenme anlarında herkes kendi dünyasını yaşıyordu. 

Çoğunun gözünde akmaya hazır gözyaşı vardı. 

Oysa pencerenin ardındaki dünyada aheste aheste kar yağıyordu. 

Düştüğü her yeri incitmeden, narin, sessiz bir şekilde kaplıyordu. 

Ağaçların yeşili beyaza bulanmıştı. 

Bir varmış bir yokmuş misaliydi. 

O hayat kendisini yoğurmak için sabırla bekliyordu. 

Kişi kendisine ilerleyeceği yolu belirlesede hayat kendi çizgisine çekiveriyordu. 

Kişi ne kadar istediği gibi yaşadığını düşünsede her daim hayat istediği gibi yaşatıyordu. 

Elde olmadan savruluşlar, üzüntüler, kendi başına halledilemeyenlerle beraber hayatın ortasında varolmaya çalışmalar... 


Daha sonraki yıllarda geçmiş yıllarına nazaran kendini biraz daha tanımıştı ve zorlukların üstesinden nasıl geleceğini öğrenmişti. 

Hayat, kişiye elinde olmadan yaşattıklarıyla kendini tanımasına  olanak sağlıyordu. 


Off gazinoda ne kadar çok insan vardı. 

Bunların bir çoğu ile yan yana olmak ve aynı havayı solumak onu bunaltıyordu. 

Burada sabretmeyi öğrendi. 

Bir arada olamayacağı insanlarla beraber bir şeyler yapabilmeyi öğrendi. 

En güzeli ise bir insana tahammülünün sınırını keşfetti. 


Üniversiteden mezun olduğu sene iş aramaya başlamıştı. 

Başvurduğu yerler hep askerliğini yapmış eleman istiyordu. 

Oysa bu yerler askerliğini yaptıktan sonraki başvurularda da iş tecrübesi aramaya başlamışlardı. 

Okuldan yeni mezun olan bir insanın iş tecrübesi nasıl olabilirdi ki?

İş arama süresi boyunca hayat ona yeni şeyler öğretti. 

İnsanların sadece kendilerini düşündüğünü karşısındakini ise düşünüyormuş gibi yaptığını gördü. 

İnsanlar bencildi.


Kişi için yaşam bugündü. Çevresinde bulunan herkes için de aynı şey söz konusuydu.

Bugün yanında olmayan kişilerin, yarınından da beklentisi olmaması lazımdı. 

Yaşadığı hayat böyle olmadığını gösterdi. 

Hiç bir şeyde elini tutmamış insanlar kendi çıkarları söz konusu olduğunda kendisine el verilmesini bekliyorlardı. 

İnsanlar ne kadar yüzsüzdü. 


Gerçek ne, farkındaydı ama kendince onu yumuşatarak görmemezlikten geliyordu. 

Her seferinde o gerçek denilen şey suratında patlıyordu. 


Burda da güldü ama kahkahalarını kendine sakladı. 

Ne çok gülünecek şey vardı. 

Çok şükür ceza almadan askerliğin sonuna gelmişti. 


“ GÜLMEK 

ben hep güldüm 

siz de gülün. 

kahkahalarım ortalığı çınlatırdı. 

bilin ki gülmek güzelliktir. 

siz de gülün, 

güzellik nedir görün.  

(1987-M.YUMRU)” 


Askerlik görevini yerine getirmek üzere girdiği kapıdan, görevini tamamlamış biri olarak yaşamın kucağına doğru yürüyerek çıkıyordu. 

Kalabalıktan ayrıldı. 

Bir an önce buralardan gitmek istiyordu. 


Otobüs hareket etti. 

Yanında kendisi gibi terhis olmuş tanımadığı birisi oturuyordu. 

Bir süre sonra yanındaki oflayıp puflamaya başlamıştı. 

Hiç şansı yoktu. 

Bitmiş bir şeyi dinlemek istemiyordu. 

Sadece dışarıyı seyrediyordu. 

Gelirken ki duygu ile giderken ki duygu nasıl da farklıydı. 

Hayatla mücadele şimdi başlıyordu. 


Özgürlük… 

İliklerine kadar hissediyordu. 

Otobüse eşlik eden kuşlara el salladı. 


NOT: 

Başlıktaki resim bir yağlı boya çalışmamdır. 


BALIKESİR 

sen ve ben, 

kolkola ne günler yaşadık; 

iyi veya kötü. 

artık belleklerde yaşayacak bu şehir, 

bu arkadaşlıklar, her noktasına kadar her şey.

ah ahh! İşte hayatımın bir parçasını 

daha noktalıyorum, 

senle başlayıp yine senle biten parçasını BALIKESİR. 

(1988-M. YUMRU) 


19 Haziran 2024 Çarşamba

DÖNÜM NOKTASI (ÖYKÜ 36)

DÖNÜM NOKTASI 


“Şimdi birden ona kadar saymaya başlayın” 

dedi anestezi doktoru. 

“Bir, iki, üç,…” 

gerisini hatırlamıyordu. 

Uyandı. 

Yorgundu, halsizdi. 

Sesi zor çıkıyordu. 

Durumunda bir tuhaflık vardı. Her zaman ki gibi kalkıp eve gideceğini sanıyordu ama orasına burasına alet takmaya başlamışlardı. 

Doktoru geldi. 

Hastanede bir iki gün misafir edeceklerini söyledi. Gözetim altında olmalıymış. 

Neden? 

Açıklama yapmaya başladı doktor. 

Yatağın içinde küçüldükçe küçüldü. Buruşturulup bir köşeye atılmış kâğıt parçası gibi hissediyordu. 

Yatakla birlikte vücuduna bağlanan aletlerle odaya çıkarttılar. 

Kendini kötü hissetti. 

Operasyon sonrası bir kaç saat dinlenip yürüyerek çıkıp evine giderken şimdi hastane odasında yatıyordu. 

Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. 


Hayat nasıl bir şeydi. 

Bir gün önce sahilde keyif yaparken bir gün sonra hastane odasında geleceğini etrafını saran kalın sis perdesinden dolayı göremiyordu. 

Olmak ya da olmamak. 

Bu nasıl bir duyguydu böyle. 

Gitmekle gitmemek arasında sıkışıp kalmak. 

Etrafındaki hayat olduğu gibi sürüp giderken kendi hayatı her zamanki gibi devam etmiyordu. Görünen o ki öyle de devam etmeyecekti. 


Öğlen yemeği için getirilen yemeklerin hiç birini yiyemedi. Kendini zorladı ama olmadı. 

Hayatı film şeridi gibi gözünün önünden gelip geçiyordu. Böyle söylerlerdi de anlamazdı. 

Gerçekler suratına şamar olarak iniyordu. 

Bilse dahi görmezden geldiği şeyler tüm çıplaklığıyla ortaya dökülüyordu. Karşısındakiler aynı şekilde devam edecek ama kendisi eskisi gibi olmayacaktı. 

Bu dönüm noktasıydı. 

Onlara tuhaf gelecekti ama bundan sonra olacak buydu. 


İyiye doğru gitmek ona rahat bir nefes aldırdı. Hayatın içinde olduğunu hissettirdi. Yaşam ona o da yaşama gülümsemişti. 

Bu süreç bir çok kararlar aldırtmıştı. 

Bu olay yakın-uzak bir çok insan hakkında bilmediği çok şeyin olduğunu gösterdi. 

Belki de bildiği ama görmezden geldiği şeyleri artık bu şekilde devam ettiremeyeceğini görmüştü. Esasında kimsede hata yoktu. Hatayı yapan kendisiydi. İnsanların kendisine davrandığının karşılığını vermiş olsaydı belki bu yaşadıklarını yaşamayacaktı. 

Eğitimci olarak görev yaptığı zamanlarda bir olaydan dolayı arkadaşı Bayhan’ ın şu sözünü hatırladı “karşındaki insana olduğundan fazla değer verdin. Kendini öyle sandı.” 

Bunun kafasına dank etmesi için defalarca yaşaması gerekti. 

Ee her şeyin bir sonu vardı. 

O son, kendisini de etrafındakileri de etkileyecekti. 


Kendini yeniden keşfediyordu. 


NOT: 

Fotoğraflar bana aittir. 

27 Mayıs 2024 Pazartesi

GÖKYÜZÜNDE YALNIZ GEZEN YILDIZLAR

GÜZ GÜLLERİ


Yıllar yıllar öncesi diz kapağımı kırmıştım. Ameliyat sonrası bir süre hastanede yattım. 

Geceleri odamın penceresinden gökyüzünde yanıp sönen yıldızları seyrediyordum. 

Şu o yıldız, bu o yıldız diye içimden geçiriyordum. 

Ağrı için ilaç veriliyordu. İlacın etkisi geçmeye dursun o ağrıyı, acıyı anlatamam. 

Kemik ağrısı hiçbir şeye benzemez. 

Bir gün koridordan odaya doğru Zeki Müren’ in seslendirdiği “gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” şarkısı dolmaya başladı. Normalde Türk Sanat Müziğinde ağır parçalar seven beni, bu şarkı (diğerlerine göre hafif kalır) kalbimden vurdu. 

O anki ruh durumum nasıldı ki oturup hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. 

Şimdi de bu şarkıyı bir yerlerde duyduğumda kalbime bir ok saplanmış gibi olurum. Beni etkiler. 

Bir kaç damla yanağımdan süzülür. 


Bazen bir şarkı sizi öyle içine çeker ki engel olamazsınız. 

Bunlardan biri de “güz gülleri” idi. 

Yanlış hatırlamıyorsam ilk seslendiren “Hakan Taşıyan” isminde biriydi. 

Daha sonra bir çok sanatçı seslendirdi. 

Hiç olmadık yerde bir şarkı insanı nasıl da etkiliyor. 

Yıllar öncesi Bodrum’ a yerleştikten sonra Bekir Ünlüataer ve Ayşe Taş’ ın Bodrum Kalesinde verdikleri konserde Ayşe Hanım bu şarkıyı seslendirmişti. 

Yanaklarımdan süzülen yaşlara engel olamamıştım. 

İster dinlediğiniz tarzda olsun isterse olmasın şarkı, her hangi bir yerde sizi buluyor ve yüreğinize oturuyor. 


Ahh yine bu durumda mıyım neyim, hadi Bodrum eller havaya. 


NOT: 

Fotoğraflar bana aittir. 

15 Nisan 2024 Pazartesi

DENİZ VE ÇİÇEK KOKUSUNUN KARIŞTIĞI MEVSİM

BURALARIN EN GÜZEL GÜNLERİ 


Kafama esti bir rakı keyfi yapayım istedim. 

Kumbahçe’ de Dinç Otele geldim. 


Bir kaç kadehten sonra aklıma İstanbul Beyoğlu’nda gündüz resim galerilerini gezip, akşam tiyatro, konser sonrası geceye kendimi teslim etmem geldi. 

Ne günlerdi o günler. 

Şimdiki ve o zamanki hali arasında o kadar fark var ki, o zaman yaşadıklarımı şimdi yaşamam güç olurdu. 


Kadehimi su dolu kadehe, su dolu kadehi rakı kadehine yavaşça vuruyorum. 

Hem sana hem bana yarasın e mi? 

Ulan herkese yarasın be. 

Nasıl bir zamana denk geldik yahu.  


Karşımda sendin. 

Rakıyı ilk sen içirdin, ben de devam ettiriyorum. 

Bugün de böyleydi. 

Laf aramızda buranın kışı da yaz gibi kalabalık artık. 


Kimi zaman maviliklere daldım kimi zaman hayallerimin götürdüğü yere ve zamana gittim kimi zaman da kendimle sohbet ettim, sessizce. 


Eh bugün de böyle geçti. Keyifliydi, güzeldi, hoştu. 


NOT: 

Fotoğraflar bana aittir.