9 Ağustos 2018 Perşembe

HER ŞEY BİRDENBİRE OLDU (ÖYKÜ 34)


HER ŞEY BİRDENBİRE OLDU 



Gökyüzü, ortalığı inleten çığlık sonrası usulca ağlamaya başladı. Yağmur damlaları kapatılan balkon camından tatlı tatlı süzülüyorken kedisiyle birlikte bu doğa olayını izliyordu. 
“Ayak parmaklarımda ki hissizlik ne olacak bidenem?” 
diyerek kedisiyle dertleşmeye başladı.  
“Meeevv” 
“Yanıt verişini yerim senin.” 
diye yanıtladı. Akıllı bir kediydi. Söylenenleri anlıyordu, sadece aynı dilde konuşamıyordu. Birbirlerini seviyorlardı. Kendisine bir şey olduğunda ailesinin kedisini ortada bırakmayacağını biliyordu. Bırakmazlardı. 
“Kızım, içtiğim ilaçların hiç bir faydasını görmüyorum. Bu ağır ilaçlar sağlam olan midemin sağlığını bozacak diye korkuyorum.” 
“Meeevv“
İlaçlar yaşam kalitesini sıfıra indirmişti. Yorgunluğa gelemiyordu. Sabah kedi ve köpeklere mama dağıtımı yapmak bile artık onu yoruyordu. Ama onların beklediğini bildiği için kendisini buna zorluyordu. Önceleri yarım saatte bitirdiği güzergahı şimdi bir saatte kimi zaman bir buçuk saatte dinlene dinlene tamamlıyordu. Sonra bütün gün yatıyordu. Hastalıktı, ilaçtı, ilaçlardan dolayı bütün gün uyumaktı derken bir gün komşusunun ortak alanı gece gece evine dahil etmek için çıkarttığı gürültü sonucu uykusundan uyandı. Komşuluk böyle bir şey değildi. Bu yapılan hırsızlıktı. Kendine ait olmayan yeri gasp etmekti. 155’ i aradı.
“Bizim alanımız değil 153’ ü arayın.” 
dediler. Hayatında ilk defa bu tür şeyle karşılaşıyordu. 153’ ü aradı. Hiç bir şey olmadı. 
Kanunsuzluk yapanların terbiyesizce ve tehditkar bir şekilde, 
“Yıktırabiliyorsan yıktır.”
ve 
“Beğenmiyorsan evini sat git.” 
benzeri laflarına muhattap oldu. Oysa bu bina yeniydi. Bu daireyi almasının en büyük sebeplerinden biriydi. Herkes aldığı daireyi bilerek almıyor muydu? Kanunlar yapılan şeyin yanlış olduğunu söylüyordu. Eski ev almaması neye yaramıştı şimdi. Gece gürültüleri rahatsız ediyordu. Edepsiz bir komşuya sahipti. Kendine ait olmayan yeri sahipleniyordu. 
Kötü bir komşuydu. Hasta olduğu bilindiği halde kendisine bu yapılmıştı. 
“Hırsıızzzz var.” 
diye bağırmak istedi ama bağıramadı. Hastaydı. Kendisiyle uğraşıyordu, başkasıyla uğraşacak durumda değildi. Elbette bunun karşılığını göreceklerdi. Bundan sonra bu komşuyla bir merhabası bile olamazdı. Yüzüne bakmıyordu artık. Midesini bulandırıyordu. Çıkarı için her şeyi yapabilecek bir insandı. Bu tür insanlardan oldum olası hoşlanmazdı. Lafı alıp kendi çıkarı doğrultusunda eğip büküp anlatan biriydi. Böyle biri olduğunu ikinci konuşmada anlamıştı. Her karşılaştıklarında diğer komşuyu şikayet edip duruyordu. Tabii kendisini de diğerine şikayet ediyordu. Bunu anlamıştı. Bu tür insanlar ne kadar çoğalmıştı. Oysa bu insanları hayatından atalı yıllar olmuştu. Kendisini kuş gibi hafif hissetmişti. Şimdi sağlığı önemliydi. İyileşmeye bakmalıydı. Bu tür edepsiz ve hırsız insanlar için kanunlar ve mahkemeler ne güne duruyordu. 

İlaçlar bittiğinde doktor,   
“Tekrar ilaç yazmıyorum ama sorun arttığında tekrar başlarsın. Fazla yürümek yok. Kendini yormamaya dikkat edeceksin.“ 
dedi. Yürümeyi sevmesine rağmen ilaçlar zaten ona bu fırsatı vermiyordu. Kısa bir yürüyüş bile onu yormaya yetiyordu. 
“Teşekkür ederim.“ 
derken yüzündeki mutluluk belli oluyordu. İlaçsız günler başlamıştı ama öyle hemen eski günlerine dönemedi. Dinlenmeye devam ediyordu. Bir türlü eski haline dönemiyordu. Bunda bir tuhaflık vardı. İlaçlardan kurtulmuştu ama kendisinin hastalıklı halinden kurtulamamıştı. Hep yorgun hissediyordu kendini. Evin içinde bir kaç adım atmak hatta oturmak bile onu yoruyordu. 


Adana’ da bu konuda uzman bir profesörden randevu alındı. Bir gün önce sevinç ve heyecanla uçağa atladı. Sevdiği insanlarla beraber olacaktı. Bu mutluluk bile ona yeterdi. Adana havaalanından yeğeni aldı. Doktora gitme, tahliller vs. ne varsa yeğeni koşturdu. 
“Sen olmasan bu kadar işlemi kısa bir zamana sığdıramazdım.“ 
dedi yeğenine. Onlara belli etmese de kendini yorgun hissetmesi kendini kötü hissetmesine neden oluyordu. Onlar işteyken gününü yatarak geçiriyordu. Akşam dinç görünmeye çalışıyordu. Oturmak bir insana bu kadar mı eziyet olurdu? Ne yaparsa yapsın eski halinden eser yoktu. Onu tanıyan bir insanın bunu anlamaması mümkün değildi. Aylarca süren bu halinden bıkmıştı. Şimdi bu yaşamak mıydı?
Doktor, beraberinde götürdüğü tüm raporları ve kendi istediklerini de inceledikten sonra,  
“Kansızlık söz konusu. Bu kan kaçağının nereden olduğunu bulmamız gerek.“ 
dedi ve yeni tahliller istedi. Bu yeni tahlilleri getirecek ve işlem uzadıkça uzayacaktı. Yeğenine 
“Yaşadığım yerde devam ederim.“ 
dedi. Problemin ne olduğunu öğrenmişlerdi artık. Profesör, kullanması gerekli ilaçları yazdı. 
“Bunlar bittiğinde 2-3 ay daha devam et. Vücudunda bu eksiklikler tamamlanınca ayağındaki problemde büyük ihtimalle geçecektir.“ 
dedi. Hastane dışında çiftlikte zaman geçirmek, yeşillikler içinde kaybolmak ona iyi gelmişti. Bu anlarda yaşamın avucunun içinden kayıp gitmesini seyretmenin ne kadar acı bir şey olduğunu düşündü. Yaşamak bu muydu? 


Akşam gittikleri göl kenarındaki restaurantta karşısındakiler rakı içerken yaşadığı yerde aylarca sahile inemediğini ve denizi izlerken rakı veya soğuk bir bira eşliğinde hayale dalamadığını düşündü. Oysa denizin, mavi rengin tonlarına bakan insana sunduğu hayal dünyasının rengarenk olduğunu herkes bilmezdi. 
“Bir kadeh rakı doldur.” 
dedi yeğenine. Aylar sonrası gölün kıyısında sevdikleriyle bir kadeh rakıyı kendinde hak gördü. Bu keyif ona tüm yorgunluğunu unutturdu. Oturmak yorarmış, çok da umurunda olmadı. Sanki eski günlerdeki gibi canlandığını hissetti. Hayat sürprizlerle doluydu. Kimseyi yormak istemiyordu. Çünkü yakın bir zamanda bir afacan gözünü dünyaya açacaktı. Sevgi yumağı. Hani kalbinin attığı sürece varsın ya sevgi de işte o değerde bir şey. Sevgi elle tutulur değil. Boşluğu kucaklamak gibi bir şey. 


Vedalaştı. Yavaş adımlarla uçağa doğru yürüdü. Uçakla defalarca yurtiçi ve yurtdışı bir çok şehir ziyaret etmiş bir insan olarak ilk defa eziyet çekerek uçuyordu. Bir ara kendini bırakıp hüngür hüngür ağlamak istedi. Evinde ve yatağında kendini boylu boyunca uzanmış olarak bulmak istiyordu. Uçak usulca sevdiceğinin kucağına  oturdu. El çantasını aldı. Uçaktan indi ve bir taksiye bindi. Bir an önce evinde olmak istiyordu. 
Çantayı bir köşeye fırlattı ve kendini öylece yatağa bıraktı. 
“Meeevv”  
Vücuduna sürtünen kedisinin başını eliyle okşadı. 
“Kızım biraz dinleneyim sonra oynaşırız.” 
dedi. Oysa gün içerisinde ki kısa ayrılıklarda bile kendisini dört gözle evde bekleyen kızıyla o sıkılana kadar oynaşırlardı. Sessizce bir kenara çekildi. Sahibini görecek şekilde uzandı. Birbirlerine göz attılar. Belli ki ikisi de birbirini özlemişlerdi.


Saklambaç oynamayı seven kedisi bu aralar hep saklanıyordu. Belki de kendisi eskisi gibi saklanamadığı içindi. Saklanmak için odaya giriyor ve yatağın üstüne oturuyordu. Kedisini bulmayı da eskisi gibi uzatamıyordu. Ayakta durmak, bir kaç adım da olsa yürümek yoruyordu. Olsun onu mutlu görmek kendisini de mutlu ediyordu. Hele yanına gelerek kendini yere atıp beni sev demesi... 
“Bidenem nasıl sevmem seni. Elimi kaldıracak durumda olamasam da severim seni.” 
Severken kedisinin mutluluktan dört köşe olması her şeyi unutturuyordu. 
“Kızım bu hafta hastane maratonum başlayacak.”
“Meeevv” 
“Kan kaçağının nereden olduğunu arayacaklar. Evde sık sık yalnız kalacaksın. Daha sonra telafi ederiz bugünleri, emi.” 
“Meeevv” .


Bahçede ağaçlar ve renk renk çiçekler olacaktı. Çiçekler her zaman olsun diye mevsimine göre ekilecekti. Dairesine çıkarken merdivende değişik boy saksılarda açmış çiçeklerle birbirlerine gülümseyeceklerdi. Kimisi hoş kokularını esen rüzgara bırakıp kapıdan, pencereden kendisine gönderecekti. İki etraftaki evlerin bahçeleri yeşil yeşil gülümsüyordu. Kimi evlerin bahçe ve ev duvarını rengarenk kokulu çiçekler sarmalamıştı. “Üç dört seneye bizim bahçede onlar gibi olur.” 
diye düşünüyordu. Yanılmıştı. Bundan hoşlanmayan bir komşusu varmış. Çiçek ve yapraklar yere düşüyormuş. Rahatsız oluyormuş. Kendisi için yanlış komşuların olduğu binadan ev almıştı. Şimdi hiç kimseyle uğraşacak durumda değildi. Büyük saksılara ektiği nar, limon, yenidünya fidanlarını mahalledeki bir başka komşusuna verdi bahçesine diksin diye. Merdivende ki çiçekler ise bir süre sonra ilgisizlikten kurudu. Kimi saksıları balkonuna alarak kurumalarını önledi. Bir arada yaşamayı bilmeyen insanlarla beraber olduğunu anladı. Onlar istediklerini yapacak ama onun böyle hakkı olmayacaktı.Böyle bir dünya yoktu. Bahçede bir karış toprak yer bırakılmamıştı. Bahçe olarak değil de araba garajı niyetine yapılmıştı sanki. Çiçekten, yapraktan, topraktan rahatsız olanlar sigara izmaritinden, tavuk bokundan rahatsız olmuyordu. Sokak, bahçe denilen yerden daha temizdi. 


Ablası yanına geldiğinin ikinci günü 
“Hadi hazırlan. Kahvelerimizi sahilde içip gelelim.”
dedi. Gözleri ışıldamıştı. Aylardır gitmek istemesine rağmen kendine güvenemediği için evden çıkamıyordu. Çağrılan taksiye bindi. Yoruldu ama olsun deniz kokusu ve sahilde oturup denizi seyretmesi buna değmişti.  
“Ahhh şimdi soğuk bir bira olsa.” 
diye içinden geçirdi. Gelen kahveyi o niyetle içti. 
Belliki ablası bu özlemini hissetmişti. Mutluydu. Kendini güçlenmiş hissetti. Artık yarına hazır hissediyordu kendini.


“Şimdi birden ona kadar saymaya başla” 
dedi anestezi uzmanı.
“Bir, iki, üç,....” 
gerisini hatırlamıyordu. 

2 yorum:

Hayal Kahvem dedi ki...

mahmut bu 34. öykü öyle mi? yuf olsun bana! ilk kez okuyacağım.

Mahmutun güncesi dedi ki...

Hahahaha hahahahah olsun. Kendimce karalamalar. Bakalım yorumun ne olacak?