24 Kasım 2018 Cumartesi

24 KASIM


ÖĞRETMENLER GÜNÜ


Öğretmenlerimizin 24 kasım öğretmenler gününü kutluyorum. 

Şu aralar okuduğum Jack London’ un yarı otobiyografik romanı “Martin Eden” den hoşuma giden aşağıdaki sözleri bu güne uygun olması nedeniyle sizlerle paylaşmak istedim;

“Bilgi, bana bir harita odası gibi geliyor. Kütüphaneye her gidişimde bunu düşünür, etkilenirim. Öğretmenlerin rolü, çoçuklara harita odasının içinde ne olduğunu sistemli biçimde öğretmektir. Öğretmen, harita odasındaki rehberdir, hepsi o. O bilgiler onların kafalarının içinde değil. İcat eden, yaratan onlar değil. Her şey o harita odasında. Öğretmenler harita odasından nasıl yararlanacaklarını bilir. Onların işi, normalde orada kaybolacak kişilere yol göstermektir.” 


Değişim (bilgi, birikim, yaşam, bakış açısı...)  yaşanırken hissedilen duyguların aktarımı sizi kendinizden geçiriyor. İçinizde oluşturduğu coşkuyla birlikte kol kola sürükleniyorsunuz. Severek, bir solukta okunan bir kitap. 

NOT:
Jack London yarı otobiyografik romanı “Martin Eden” Türkiye İş BANKASI Kültür Yayınları. 

20 Eylül 2018 Perşembe

NASILSIN BU SABAH

NASILSIN BU SABAH


Nasılsın bu sabah
Çiçekler açtı mı yüreğin
Sızlayan yerlerine güneşi sürdün mü
Açtın mı radyoyu
Çay kaşığının sesine
Eşlik ediyor mu eskilerden bir şarkı

Nasılsın bu sabah
Öptü mü serçeler yanaklarını
Çayır çimen yayıldı mı ruhun
Uzandın mı mavi patiskanın altına
O gülücük açtı mı dudağında
Kenarına kıvrılmış mı sevgi

Söylesene
Nasılsın bu sabah
İyiyim desene
Bak nasıl sevinirim 

MURATt GİNLİK 


Sokak hayvanları için koşturan, onlara elinden gelen yardımı esirgemeyen hayvan dostu 
“Deniz Kara” bir paylaşımında yukarıda ki şiiri paylaşmıştı. Hoşuma gitti, ben de paylaşmıştım. 
Bu şiiri bloğumda da paylaşmak istedim. Belki sizin de hoşunuza gider. 

NOT : 
Fotoğraflar bana aittir.

9 Ağustos 2018 Perşembe

HER ŞEY BİRDENBİRE OLDU (ÖYKÜ 34)


HER ŞEY BİRDENBİRE OLDU 



Gökyüzü, ortalığı inleten çığlık sonrası usulca ağlamaya başladı. Yağmur damlaları kapatılan balkon camından tatlı tatlı süzülüyorken kedisiyle birlikte bu doğa olayını izliyordu. 
“Ayak parmaklarımda ki hissizlik ne olacak bidenem?” 
diyerek kedisiyle dertleşmeye başladı.  
“Meeevv” 
“Yanıt verişini yerim senin.” 
diye yanıtladı. Akıllı bir kediydi. Söylenenleri anlıyordu, sadece aynı dilde konuşamıyordu. Birbirlerini seviyorlardı. Kendisine bir şey olduğunda ailesinin kedisini ortada bırakmayacağını biliyordu. Bırakmazlardı. 
“Kızım, içtiğim ilaçların hiç bir faydasını görmüyorum. Bu ağır ilaçlar sağlam olan midemin sağlığını bozacak diye korkuyorum.” 
“Meeevv“
İlaçlar yaşam kalitesini sıfıra indirmişti. Yorgunluğa gelemiyordu. Sabah kedi ve köpeklere mama dağıtımı yapmak bile artık onu yoruyordu. Ama onların beklediğini bildiği için kendisini buna zorluyordu. Önceleri yarım saatte bitirdiği güzergahı şimdi bir saatte kimi zaman bir buçuk saatte dinlene dinlene tamamlıyordu. Sonra bütün gün yatıyordu. Hastalıktı, ilaçtı, ilaçlardan dolayı bütün gün uyumaktı derken bir gün komşusunun ortak alanı gece gece evine dahil etmek için çıkarttığı gürültü sonucu uykusundan uyandı. Komşuluk böyle bir şey değildi. Bu yapılan hırsızlıktı. Kendine ait olmayan yeri gasp etmekti. 155’ i aradı.
“Bizim alanımız değil 153’ ü arayın.” 
dediler. Hayatında ilk defa bu tür şeyle karşılaşıyordu. 153’ ü aradı. Hiç bir şey olmadı. 
Kanunsuzluk yapanların terbiyesizce ve tehditkar bir şekilde, 
“Yıktırabiliyorsan yıktır.”
ve 
“Beğenmiyorsan evini sat git.” 
benzeri laflarına muhattap oldu. Oysa bu bina yeniydi. Bu daireyi almasının en büyük sebeplerinden biriydi. Herkes aldığı daireyi bilerek almıyor muydu? Kanunlar yapılan şeyin yanlış olduğunu söylüyordu. Eski ev almaması neye yaramıştı şimdi. Gece gürültüleri rahatsız ediyordu. Edepsiz bir komşuya sahipti. Kendine ait olmayan yeri sahipleniyordu. 
Kötü bir komşuydu. Hasta olduğu bilindiği halde kendisine bu yapılmıştı. 
“Hırsıızzzz var.” 
diye bağırmak istedi ama bağıramadı. Hastaydı. Kendisiyle uğraşıyordu, başkasıyla uğraşacak durumda değildi. Elbette bunun karşılığını göreceklerdi. Bundan sonra bu komşuyla bir merhabası bile olamazdı. Yüzüne bakmıyordu artık. Midesini bulandırıyordu. Çıkarı için her şeyi yapabilecek bir insandı. Bu tür insanlardan oldum olası hoşlanmazdı. Lafı alıp kendi çıkarı doğrultusunda eğip büküp anlatan biriydi. Böyle biri olduğunu ikinci konuşmada anlamıştı. Her karşılaştıklarında diğer komşuyu şikayet edip duruyordu. Tabii kendisini de diğerine şikayet ediyordu. Bunu anlamıştı. Bu tür insanlar ne kadar çoğalmıştı. Oysa bu insanları hayatından atalı yıllar olmuştu. Kendisini kuş gibi hafif hissetmişti. Şimdi sağlığı önemliydi. İyileşmeye bakmalıydı. Bu tür edepsiz ve hırsız insanlar için kanunlar ve mahkemeler ne güne duruyordu. 

İlaçlar bittiğinde doktor,   
“Tekrar ilaç yazmıyorum ama sorun arttığında tekrar başlarsın. Fazla yürümek yok. Kendini yormamaya dikkat edeceksin.“ 
dedi. Yürümeyi sevmesine rağmen ilaçlar zaten ona bu fırsatı vermiyordu. Kısa bir yürüyüş bile onu yormaya yetiyordu. 
“Teşekkür ederim.“ 
derken yüzündeki mutluluk belli oluyordu. İlaçsız günler başlamıştı ama öyle hemen eski günlerine dönemedi. Dinlenmeye devam ediyordu. Bir türlü eski haline dönemiyordu. Bunda bir tuhaflık vardı. İlaçlardan kurtulmuştu ama kendisinin hastalıklı halinden kurtulamamıştı. Hep yorgun hissediyordu kendini. Evin içinde bir kaç adım atmak hatta oturmak bile onu yoruyordu. 


Adana’ da bu konuda uzman bir profesörden randevu alındı. Bir gün önce sevinç ve heyecanla uçağa atladı. Sevdiği insanlarla beraber olacaktı. Bu mutluluk bile ona yeterdi. Adana havaalanından yeğeni aldı. Doktora gitme, tahliller vs. ne varsa yeğeni koşturdu. 
“Sen olmasan bu kadar işlemi kısa bir zamana sığdıramazdım.“ 
dedi yeğenine. Onlara belli etmese de kendini yorgun hissetmesi kendini kötü hissetmesine neden oluyordu. Onlar işteyken gününü yatarak geçiriyordu. Akşam dinç görünmeye çalışıyordu. Oturmak bir insana bu kadar mı eziyet olurdu? Ne yaparsa yapsın eski halinden eser yoktu. Onu tanıyan bir insanın bunu anlamaması mümkün değildi. Aylarca süren bu halinden bıkmıştı. Şimdi bu yaşamak mıydı?
Doktor, beraberinde götürdüğü tüm raporları ve kendi istediklerini de inceledikten sonra,  
“Kansızlık söz konusu. Bu kan kaçağının nereden olduğunu bulmamız gerek.“ 
dedi ve yeni tahliller istedi. Bu yeni tahlilleri getirecek ve işlem uzadıkça uzayacaktı. Yeğenine 
“Yaşadığım yerde devam ederim.“ 
dedi. Problemin ne olduğunu öğrenmişlerdi artık. Profesör, kullanması gerekli ilaçları yazdı. 
“Bunlar bittiğinde 2-3 ay daha devam et. Vücudunda bu eksiklikler tamamlanınca ayağındaki problemde büyük ihtimalle geçecektir.“ 
dedi. Hastane dışında çiftlikte zaman geçirmek, yeşillikler içinde kaybolmak ona iyi gelmişti. Bu anlarda yaşamın avucunun içinden kayıp gitmesini seyretmenin ne kadar acı bir şey olduğunu düşündü. Yaşamak bu muydu? 


Akşam gittikleri göl kenarındaki restaurantta karşısındakiler rakı içerken yaşadığı yerde aylarca sahile inemediğini ve denizi izlerken rakı veya soğuk bir bira eşliğinde hayale dalamadığını düşündü. Oysa denizin, mavi rengin tonlarına bakan insana sunduğu hayal dünyasının rengarenk olduğunu herkes bilmezdi. 
“Bir kadeh rakı doldur.” 
dedi yeğenine. Aylar sonrası gölün kıyısında sevdikleriyle bir kadeh rakıyı kendinde hak gördü. Bu keyif ona tüm yorgunluğunu unutturdu. Oturmak yorarmış, çok da umurunda olmadı. Sanki eski günlerdeki gibi canlandığını hissetti. Hayat sürprizlerle doluydu. Kimseyi yormak istemiyordu. Çünkü yakın bir zamanda bir afacan gözünü dünyaya açacaktı. Sevgi yumağı. Hani kalbinin attığı sürece varsın ya sevgi de işte o değerde bir şey. Sevgi elle tutulur değil. Boşluğu kucaklamak gibi bir şey. 


Vedalaştı. Yavaş adımlarla uçağa doğru yürüdü. Uçakla defalarca yurtiçi ve yurtdışı bir çok şehir ziyaret etmiş bir insan olarak ilk defa eziyet çekerek uçuyordu. Bir ara kendini bırakıp hüngür hüngür ağlamak istedi. Evinde ve yatağında kendini boylu boyunca uzanmış olarak bulmak istiyordu. Uçak usulca sevdiceğinin kucağına  oturdu. El çantasını aldı. Uçaktan indi ve bir taksiye bindi. Bir an önce evinde olmak istiyordu. 
Çantayı bir köşeye fırlattı ve kendini öylece yatağa bıraktı. 
“Meeevv”  
Vücuduna sürtünen kedisinin başını eliyle okşadı. 
“Kızım biraz dinleneyim sonra oynaşırız.” 
dedi. Oysa gün içerisinde ki kısa ayrılıklarda bile kendisini dört gözle evde bekleyen kızıyla o sıkılana kadar oynaşırlardı. Sessizce bir kenara çekildi. Sahibini görecek şekilde uzandı. Birbirlerine göz attılar. Belli ki ikisi de birbirini özlemişlerdi.


Saklambaç oynamayı seven kedisi bu aralar hep saklanıyordu. Belki de kendisi eskisi gibi saklanamadığı içindi. Saklanmak için odaya giriyor ve yatağın üstüne oturuyordu. Kedisini bulmayı da eskisi gibi uzatamıyordu. Ayakta durmak, bir kaç adım da olsa yürümek yoruyordu. Olsun onu mutlu görmek kendisini de mutlu ediyordu. Hele yanına gelerek kendini yere atıp beni sev demesi... 
“Bidenem nasıl sevmem seni. Elimi kaldıracak durumda olamasam da severim seni.” 
Severken kedisinin mutluluktan dört köşe olması her şeyi unutturuyordu. 
“Kızım bu hafta hastane maratonum başlayacak.”
“Meeevv” 
“Kan kaçağının nereden olduğunu arayacaklar. Evde sık sık yalnız kalacaksın. Daha sonra telafi ederiz bugünleri, emi.” 
“Meeevv” .


Bahçede ağaçlar ve renk renk çiçekler olacaktı. Çiçekler her zaman olsun diye mevsimine göre ekilecekti. Dairesine çıkarken merdivende değişik boy saksılarda açmış çiçeklerle birbirlerine gülümseyeceklerdi. Kimisi hoş kokularını esen rüzgara bırakıp kapıdan, pencereden kendisine gönderecekti. İki etraftaki evlerin bahçeleri yeşil yeşil gülümsüyordu. Kimi evlerin bahçe ve ev duvarını rengarenk kokulu çiçekler sarmalamıştı. “Üç dört seneye bizim bahçede onlar gibi olur.” 
diye düşünüyordu. Yanılmıştı. Bundan hoşlanmayan bir komşusu varmış. Çiçek ve yapraklar yere düşüyormuş. Rahatsız oluyormuş. Kendisi için yanlış komşuların olduğu binadan ev almıştı. Şimdi hiç kimseyle uğraşacak durumda değildi. Büyük saksılara ektiği nar, limon, yenidünya fidanlarını mahalledeki bir başka komşusuna verdi bahçesine diksin diye. Merdivende ki çiçekler ise bir süre sonra ilgisizlikten kurudu. Kimi saksıları balkonuna alarak kurumalarını önledi. Bir arada yaşamayı bilmeyen insanlarla beraber olduğunu anladı. Onlar istediklerini yapacak ama onun böyle hakkı olmayacaktı.Böyle bir dünya yoktu. Bahçede bir karış toprak yer bırakılmamıştı. Bahçe olarak değil de araba garajı niyetine yapılmıştı sanki. Çiçekten, yapraktan, topraktan rahatsız olanlar sigara izmaritinden, tavuk bokundan rahatsız olmuyordu. Sokak, bahçe denilen yerden daha temizdi. 


Ablası yanına geldiğinin ikinci günü 
“Hadi hazırlan. Kahvelerimizi sahilde içip gelelim.”
dedi. Gözleri ışıldamıştı. Aylardır gitmek istemesine rağmen kendine güvenemediği için evden çıkamıyordu. Çağrılan taksiye bindi. Yoruldu ama olsun deniz kokusu ve sahilde oturup denizi seyretmesi buna değmişti.  
“Ahhh şimdi soğuk bir bira olsa.” 
diye içinden geçirdi. Gelen kahveyi o niyetle içti. 
Belliki ablası bu özlemini hissetmişti. Mutluydu. Kendini güçlenmiş hissetti. Artık yarına hazır hissediyordu kendini.


“Şimdi birden ona kadar saymaya başla” 
dedi anestezi uzmanı.
“Bir, iki, üç,....” 
gerisini hatırlamıyordu. 

15 Temmuz 2018 Pazar

İÇİNDEN GEÇENİ SÖYLEMEK


YÜREĞİN EL VERMELİ 


Karşınızda ki insan sevdiğiniz ve kırmak istemediğiniz bir insansa konuşmalarınıza çok dikkat ediyorsunuz. Söylemek istediğinizi direk değil de dolambaçlı yollardan söylemeye çalışıyorsunuz. Tabii karşınızda ki (belki anlayıp da) anlamamaya devam ediyor siz de kendinizi yormaya. Uzun yıllar böyle yaşadım. Ne zaman ki bu sevdiğim insanları karşıma alıp kırılsalar da, üzülseler de söylemek istediklerimi açık ve direk söyleyeceğimi anlattım o zaman rahatladım. Ne kadar güzelmiş özgürce düşüncelerini söylemek. Benim açımdan güzel. Gel gör ki yukarıda bahsettiğim insanlar da aynı dertten muzdaripmiş. 
Herkes birbirine söylemek istediğini özgürce söylemeli. 

NOT :
Fotoğraf bana aittir. 

25 Haziran 2018 Pazartesi

EV ALMA KOMŞU AL


NASIL BİR KOMŞUYA SAHİP OLDUĞUN ÇOK ÖNEMLİ


Hayatımda en nefret ettiğim insan türü çıkarı doğrultusunda lafı eğip büküp bir diğerine anlatandır (O insan da gelip size sormaz). Bu insanları hayatımdan çıkardım ama gel görki böyle bir komşuya sahip oldum. Pek bir konuşma ortamı olmasa da bu tarz insanlar için farketmiyor. Sadece bir merhaba dersiniz o ise bundan neler neler konuşulduğunu çıkarır, bir başkasına anlatırken. O anlatılandan sizin haberiniz bile olmaz. Allah aşkına bu insanlarla merhabam olmasa ne kaybederim? 
Hiç bir şey. 
O zaman haydi güle güle.  


İnsan ayrımı yapmam ama bazen etrafınızda olan insanlar, iletişiminiz olmasa da yuh dedirtiyor. Görüntüde farklı düşüncede basit insanın basitliği bir süre sonra görüntüsünden akıp gidiyor, o farkında olmazsa da. İnsanlar, kendisine ait olmayana sahip çıkmayı ne kadar seviyor. Hırsızlığın bir başka versiyonu. Sizin olanı da kendininmiş gibi sahiplenmeye kalkıyor. Bu durumda karşınızdakinin zaten tahmin ettiğiniz karekteri bir bir ortaya dökülüyor. Bayağı, basit, paçavra. 


Ev alırken komşunuzun nasıl olduğunu bilmiyorsunuz? Evinizde yaşamaya başladıktan sonra öğreniyorsunuz. Bodrumlu olup da yeşilden, çiçekten hoşlanmayanı yeni gördüm. Yaprak, çiçek yere düşüyormuş hay Allahım...
Bahçede toprak alanın niye bırakılmadığı şimdi belli oldu. Saksı içerisine ektiğim limon, nar, yenidünya, şakayık ve bir çok çiçek mesele oldu. Tavukların saksı içerisinde eşelediği topraktan rahatsız olunuyor ama tavukların sıçtığı boktan ve etrafa atılan sigara izmaritlerinden rahatsız olunmuyor. Sokak bahçe denilen yerden daha temiz. 


Neyse saksılara ektiğim ağaçları kurumadan bahçesi olan bir başka komşuma verdim. 
Şimdi sıra çiçeklerde. Onlar da küsmeden yerini bulmalı. Bu da bana gösterdi ki bahçe içerisinde sadece size ait bir ev olmalı. 

İnsanlar para kazanmayı biliyor, birlikte yaşamayı bilmiyor. Bodrum’ da böyle yaşam hayal etmiyordum. Ömürlük diye geldiğim evimden bir başka ömürlük eve gidinceye kadar şimdilik idare edeceğim. 


NOT :
Fotoğraflar bana ait.

1 Mayıs 2018 Salı

KIZIMLA NİCE YILLARA


DOĞUM GÜNÜN KUTLU  OLSUN BİDENEM 



Beyaz bugün bir yaşına girdi. Artık birbirimizin dilini anlayabiliyoruz. Hayatıma ilk girdiğinde amaç, hayatını kurtarmak ve sonrası dışarıdaki kedilerle birlikte yaşamasını sağlamaktı. Beni bırakmadı, ben de onu bırakmadım. Böylece hayatımda ömürlük olarak yerini aldı. Beyaz benim önceliğimdir, değerlimdir, aşkımdır. 
Akıllı bir kızdır. Yaşantımı ona göre ayarladım. Gece (gündüz) dışarıya çıkacaksam gündüz (gece) onunla beraber zaman geçiriyorum. Saklambaç oynamayı seviyor. Ama bu aralar hep kendisi saklanıyor. Evde olmadığım anlar ise köşesinde uyumayı tercih ediyor. 
Evimin sahibi odur. 
Bana gelen onu bilerek gelmeli veya gelmemeli. Ona yapılan hareket bana yapılmıştır. 
Bir başkasını memnun edeceğim diye onu mutsuz etmem. Dolayısıyla kendimi de mutsuz edemem.


Yaşantımda karşımdakilere nasıl kadın ve erkek şeklinde cinsiyet ayırımı yapmaksızın bakıyorsam, hayvan, bitki ve insanlara da ayırım yapmaksızın birer canlı diye bakıyorum. Yaşam hakkı tüm canlılar içindir. İnsan, her geçen gün yaşam alanını daralttığı diğer canlılara yaşaması için elinden gelen her tür yardımı yaparak kendini affettirmelidir. Ama ne gezer. 
İnsanlardan sadece mama, su ve sevgi istiyorlar. O da verirsen.
Bir şey vermek istemiyorsan, onlar yokmuşçasına yoluna devam et. Verene de karışma. 



NOT :
Fotoğraflar bana aittir.

15 Nisan 2018 Pazar

İSTER ADI KONSUN

İSTER KONMASIN


Bir zamanlar yaşanmış olan ama bittiğini bildiğim arkadaşlıkların sonunda kendimi yer bitirirdim. Düşünür sebep bulmaya çalışırdım. Aşağıdaki yazıyı okuduğumda adını koyamadığım şeyin ne olduğunu anladım. 
Yekta Kopan’ a ait yazıyı sizlerle de paylaşmak istiyorum;
“Bir zamanlar arkadaşınız olduğunu düşündüklerinizin "şimdiki zamanına" ortak olmak zorunda değilsiniz. Arkadaşlık veda etmeyi de bilmektir.” 

İşte öyle... 

NOT:
Başlığa konu olan resim bir yağlıboya çalışmamdır.

28 Mart 2018 Çarşamba

BEN BÖYLE DÜŞÜNÜYORUM


SİZ FARKLI DÜŞÜNEBİLİRSİNİZ AMA BİRBİRİMİZE TAHAMMÜL ETMELİYİZ



Bence bir ülkenin Cumhurbaşkanı her gün bir yerlerde sürekli konuşma durumunda olmamalı. Önemli bir durumda kendisi için yaptırdığı saraya medyayı toplayarak kısa, öz ve net konuşmalı. 
Cumhurbaşkanı kimliğiyle bir parti genel başkanının ağzından çıkacak sözler etmemeli. Cumhurbaşkanı tüm Türkiye’ yi kapsarken, parti başkanı belirli bir kesimi temsil eder. 
Cumhurbaşkanı, insan ayırt etmeksizin herkesi kucaklamalı.

Her konuşmada, yazıda hakaret unsuru aranmamalı. Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir partinin genel başkanıdır. 
Diğer parti başkanlarına her şey söyleniyor, yazılıyor. Bir şey oluyor mu? Ayrımcılık ortadan kalkmalı. Bu adaletli olmayı gerektirir. Adalet kanunları tarafsız bir şekilde uygulamakla sağlanır. Bu da tarafsız hukuk insanlarıyla söz konusudur.


Ülkemde farklı düşünceler olmalı ve kendini rahatça ifade edebilmeli. Türkiye bütün bunların toplamı değil mi? Cumhurbaşkanı da Türkiye’ yi temsil ettiğine göre herkesi kucaklamalı. Parti başkanı ve Cumhurbaşkanı arasındaki ince ama keskin çizginin ayırdı düzgün yapılmalıdır. 
Bu durumda parti başkanı olarak yaptığı tüm faaliyetlerde devletin olanaklarını kullanmamalıdır. Zaten bu durum ahlaki açıdan da etik değildir. Eğer kullanma söz konusu ise gereği ilgili kurumlar tarafından yapılmalıdır. Dolayısıyla bu kurumlar bağımsız olmalıdır. Hakkaniyet, adalet kişide başlar halkalar şeklinde genişler. 
(Ne bileyim sanki hayali bir yazı gibi oldu ama olsun içimden geçenleri yazdım.)

İsteğimdir;
Canınız istediğinde insanları kulağından tutup atamamalısınız. İstediğiniz ve istemediğiniz insanların bulunduğu bir ülkenin yöneticisiyseniz herkesi kucaklamalısınız. Ağzınızdan çıkacak söze göre değil kanunlara göre hareket edilmeli. 
Herkes sizin duymak istediğiniz şeyi söyleyemez ki. 
Siz de istediğiniz her şeyi söyleyemezsiniz ki. Ağızdan çıkacak sözü biz, bir kere düşünüyorsak siz çok kere düşünmelisiniz. Çünkü bir ülkeyi yöneten sizsiniz.


Bir çift lafım da kıyafetleri üzerine kefen niyetine beyaz bez parçasını dolayanlara. Hayırdır ölünce böyle mi gideceğinizi sanıyorsunuz.? Beyaz bez parçası çıplak vücudunuza sarılacak. Cebi olmayacak. Yani o tarafa bir şey götüremeyeceksiniz. Öte tarafta ne yaşarsınız onu bilemem ama bu tarafta yaptıklarınızla anılacaksınız. 
(Öte tarafı ağzına pelesenk etmiş insanlara bir bakın, konuştukları gibi yaşamadıklarını göreceksiniz. Söyledikleri şeyler hep başkaları için geçerli, kendileri için her şey mübah.)

Son olarak da tüm şehitlerimize Allahtan rahmet diliyor ailelerine başsağlığı diliyorum. 
Lafta şehit olmak isteyenler ise aynı sözleri tekrarlayıp duruyor. Beceriksizler, şehitlere ve ailelerine saygı gösterip susmasını bile bilmiyorlar. 

NOT :
Başlığa konu alan resim, bir yağlıboya çalışmamdır.


10 Mart 2018 Cumartesi

YASEMİN

UMARIM İSTEDİĞİ GİBİ YAŞAMIŞTIR



İnsan kendisiyle meşgulken kendisi dışındakiler ilgi alanı dışına çıkıyor. Eğer siz sağlıklıysanız ve istiyorsanız çevrenizdeki insanlarla ilgilisinizdir. Eğer hastalık yatağa düşürüp ikide bir hastaneye taşıyorsa etrafınıza ilginizi kaybediyorsunuz. Yaşadığım stres bana çok, başkasına az olabilir. Yaşadığım süreç beni yordu. Bu yorgunluğu yaşarken “YASEMİN” de abisinin deyimiyle gitmekle kalmak arasında mücadele ediyormuş. Benim bu yorgunluğum yanında onunkinin lafı mı olur? Dört ay bir “alo” dememişim, diyememişim. 
Son aylarda ev bakma, satın alma, yaşanan stres, taşınma, hastalanma, hastane, dinlenme, ilaç etkisiyle uyku nedeniyle hayatım karma karışıktı. Şimdi istesem de konuşamam ki. Ne acı...
Sözde çok sıcak olmayan bir mevsimde tedavisini de aksatmayacak şekilde Bodrum’ a gelecek hem dinlenecek hem de iki etrafı gezecektik. 
Ben, Necmiye, YASEMİN. 

Aile dostu, arkadaş, abla... 
Aynı illet annesini de alıp gitti. O da güçlü kadındı. 
Belki de biz öyle görmek istiyorduk. 
İnsanları kafamızda canlandırdığımız şekliyle görmeyi ne çok seviyoruz. Sanki işimize bu daha kolay geliyor. 
Kolaya kaçmak....

YASEMİN’ in ölümünü öğrendiğimde bir önceki postu yayınlamak üzereydim, duygularımı araya sıkıştırmıştım. Böyle bir insanı bir yazının arasına sıkıştırmak beni rahatsız etti. O yazıyı oradan alıp buraya yerleştirdim. Şimdi ne değişti bilmiyorum. O gittiği yerde nasıl, bir bilgim yok. 
Ben...
İçim acıyor... 
Mutluluğu hak ediyordu diye düşünüyorum. Yaşamın bir yerinden hep tutunmak için çabaladı. 
İlkelerinden taviz vermedi. Burada neyse yaşadığı ülkede de oydu. Yaşadıkları onu hayattan koparmadı ama bu hastalığı hediye etti. 
Yakasına yapışan hastalığın kötü zamanlarında bile hayattan kopmadı. Müzik çalışmalarına katıldı. Tiyatro gösterisinde görev aldı. Bunları büyük bir heyecanla anlatırdı. Hastalığın kendisini hayattan koparmasına izin vermedi. Etrafındaki insan kalabalığını her geçen gün azalttı. Kimi insanlar o durumda bile bencil, gaddar, kendini bilmez oluyordu. O tür insanları hayatının dışına attı. Yaşadı, bitti ve gitti. 
Yüreği güzel insanlar erkenden bu dünyadan göçüp gidiyor. Giderken de kendilerinden bir parça bırakıp gidiyor. Hayatla mücadelesini hastayken de hasta değilken de tek başına yaptı. İlkeleri doğrultusunda kimseye ağlayıp sızlamadı. 
Güzel bir hayat yaşamayı hak eden bir insandı. Güle güle. 

25 Şubat 2018 Pazar

DÜN BUGÜN YARIN


YAŞANDI YAŞANIYOR YAŞANACAK


Beyaz’ı bilirsiniz, evimin kedisidir. Bir süredir yanımda değildi. Onunla buluşmak ve beni unutmadığını görmek hoştu. Mutluluğumu anlatamam. Bir arada olduğumuz sürece ne güzel seviştik onunla. Çok sevdiği saklambaç oyununu her istediğinde o sıkılana kadar oynadık. Her zaman yaptığı gibi yanıma sokulup uykuya dalması ayrı bir güzeldi. Hele “Bidenem” deyince yanıma gelip ne diyorsun der gibi “mev” lemesi beni benden alıyordu. 


                                                          https://youtu.be/dfXs9tyWZOI


Burada da hastane ile haşır neşirdim. İlaç içmeye devam. Korkulacak bir şey olmasa da ne bileyim insanda bir tedirginlik oluyor. Sanıyorum anlık yaşanan stres, daha önce yaşanmış olan stresin bir yerde biriktirdiklerini açığa çıkardı. Yaşanan şeyler bir Peri’nin elindeki sihirli değneğin dokunuşu ile yok edilemiyor. Umuyorum içtiğim ilaçlar sağlam olan midemin sağlığını bozmaz. Bu aralar yaşantımın bu kısmına kadar ki hastalanmama ve ilaç kullanmama durumunu telafi ediyorum. 
İnşallah 2018 yılını ilaç içerek geçirmem.


http://www.hurriyet.com.tr/hulya-kocyigitten-tartisilan-sozler-bu-ulkede-baski-yok-aksine-herkes-fazla-ozgur-40737590 

Yukarıdaki benzer bir söyleşiyi daha önce de okumuştum. Yaşamak için oluşturdukları fanusun dışında yaşananlardan haberi olmayan ya da işine öyle geldiği için sessiz kalan sanatçılar (?) o kadar çok ki. Bunlar bu ülkenin sanatçısı (?). 
Ülkesinin ne yaşadığından haberleri yok. 
Halk nasıl yaşıyor gözlerini kapatmışlar. 
Çığlıkları duymuyor, kulaklarınıı tıkamışlar. 
Ağızları ise güce iyi laf yapıyor. 
Bütün bunlar ne için? 
Düşününce midem bulanıyor. 
Sanatçı muhaliftir. Hadi empati kurun ve bir an için o kabuğunuzdan çıkın, muhalif olun ve haykırın. Gerçek neymiş o zaman görün. 

Sosyal medya paylaşımlarında izlediğim ve okuduğum bir kaç haberle ilgili not düşmeden yapamayacağım. İzlerken kulağınız “Nuh peygamber oğluyla cep telefonuyla görüştü” lafını benim gibi işitmişdir. Bunu söyleyen bir akademisyen. Televizyon proğramında söylemiş. Hem de bizim vergilerle çarkını döndüren bir televizyon kanalında. 
“Google” de bir padişahımız tarafından keşfedilmiş, duymuşsunuzdur. Bunu da bir başka bilim insanımız söylüyor. Esasında bu tarz bilim insanlarına göre dünyada ne keşfedildiyse ya bir yerlerde yazıyor ya da daha önceden biz bulmuşuzdur.
Gel gör ki bunu kimse ileriye taşıyamamış. Esasında bu söylemlerle bilim insanlarımızı, girişimcilerimizi, bizi yöneten insanları yerin dibine sokup çıkartıyorlar. Bunları çağımıza uygun geliştirecek kafaya sahip kimsenin bulunmadığını söylüyorlar. Ya bir gidin Allah aşkına. Siz de bir şeyler keşfedin, üretin. Bu boş konuşmaları bilim insanları olarak sizler yapmayın bari. Bu kafayla Türkiye gittikçe eriyor, dünyada yeri kalmayacak. 
Bak kimse üzerine alınmasın, zaten kimseye de söylemiyorum içimden geçti;
“Man kafa saman kafa”..


ŞİMDİ...



Nefes aldığım yer. 
Ruhumun engin denizlerinde gezdiği zaman. 
Aklımın her şeyi unuttuğu, gözlerimin ise gördüğü bütün güzellikleri depoladığı an. Sevgiyle buluştuğum, anladığım, tattığım, tekrar tekrar doğduğum yer. Hem burada hem de içimde başka başka yerlere yolculuk yaşatan. Hem hayal dünyam hem gerçeğim. 



YARIN... 

Hayaller var, yapılmak istenenler var, var gidi var. Şu an düşüncede olanı, yarın gerçekleştirmek için bekliyor. Soru işaretleriyle dolu yarın yaşanan hikayelerle sadeleşecek ve güzelleşecek. 
Hikayeler biriktikçe güzeldir. 
Yaşanılan hikayeler yaşamın toplamıdır.
Yarınlar ise bilinmez hikayelerin beklediği yerdir.
Ama yarınlar her daim güzeldir. 

NOT :
Fotoğraflar ve video bana aittir.

14 Ocak 2018 Pazar

BEYAZ


TAMAM DA NİYE BEYAZ?



          Beyaz eve geldiğinde böyleydi.



              Beyaz, Minnoşun oyuncağıyla oynarken.

                         Güzel gerdan kırar.

Beyaz’ a ölüm artığı diyorum. 
Kirada oturduğum sitede bir ağacın üstünde gözleri kapanmak üzereyken ciyak ciyak bağırırken bulunmuş. Tedavisi yapıldıktan sonra da dışarıda kalmasına içim el vermedi. 
Biraz büyüsün dışarıya ve dışarıdaki kedilere alışır, 6 aylık olduğunda kısırlaştırır, kafam rahat olarak evime taşınırım diye düşünmüştüm. 
Bensiz dışarıya çıkmadı. Bahçeye ve balkona benle beraber çıktı. İçeriye bir şey almaya girdiğimde ise hemen arkamda bitiverdi. 
Dışarıya bir türlü alışamadı.


   Minnş’ un 3-4 kere kullandığı yatağın keyfini sürerken.


                               Ne güzel uyuyor.



                       Şu güzelliğe bakar mısınız?


                         Yerim seni kız.

Bodrum’dan giderken (buraya gelecek eşyaları kolilemek için) Beyaz’ ı da beraberimde götürdüm. 
Bıraksam hayatını idame ettiremeyecekti. O zaman küçükken alıp hayatını kurtarmanın bir anlamı olmayacaktı. Taşınma ortamından etkilenmesin diye de ablamın evine bıraktım. 
Ben de günü birlik gidip eşyalarımı koliledim. Benim için yorucu oldu ama olsun. Canı sağ olsun.

                                Beyaz ve Midilli.


                     Güzelim benim.

Niye Beyaz?
Site içerisinde beslediğim her bir kediye ilk başlarda isim veriyor ve isimleriyle çağırıyordum. 
Kedilerin sayısı çoğaldıkça isim vermekten vazgeçip renklerine göre siyah, kahve, sarı diye çağırmaya başladım. Beyaz da bu şekilde isim alanlardan. Evimin kedisi olacağını bilmiyordum ki. Daha sonra da ismini değiştirmek istemedim. Çünkü Beyaz ismine alışmıştı.



           Beyaz’ ın son hali. 

Bodrum’ a gelirken taşınmadan etkilenmesin diye Beyaz’ ı getirmedim. Evde rahat etsin diye bir takım değişiklikler yapılıyor. Balkonda beraber keyif yapalım diye kapatıldı. Karşılaştığımızda bana tepkisi ne olacak diye merak ediyorum. Söylenenlere göre o tarafa o kadar alıştı ki 
“Sen yoluna ben yoluma.”
diyecek diye de korkuyorum. Bakalım ne olacak?


NOT :
Fotoğraflar (son 2 fotoğraf hariç) ve video bana aittir. Fotoğraflar Beyaz’ ın ilk halinden şimdiki haline doğru bir sıralama halinde sunulmuştur. 

1 Ocak 2018 Pazartesi

YENİ YIL YENİ GÜN İŞTE ADINA NE DERSEN


HER GÜN YENİ BİR GÜN



2018 yılının ilk gününe sessizce girdim. Esasında sessiz giren bendim oysa iki etrafım çok gürültülüydü. 2017 yılını bitirip 2018 yılını karşılayacağım yere gitmek üzere evden çıkarken telefonumu yanıma almak istemedim. Yok fotoğraf çekmek yok video kaydı yapmak, sosyal medyada paylaşmak... Niyetim bu yıl ve takip eden yıllarda bu durumdan sıyrılmak. Zaten telefon, telefon özelliğinden sıyrılıp her boku yapan şey durumuna geldi.



Bu yıl da kendimle ilgili bir takım kararlar aldım. Gelecek uygulaması hakkında ipuçları verecektir. Bir süredir sosyal medyayla  arama mesafe koydum. Öyle de devam edecek. Emekli olduktan sonra günlerin isminin bir anlamı kalmadı. Bir şey yapmam için hafta içi ya da hafta sonu gibi tanımların olmasına gerek yok. Hatta kutlama yapmak için günün özel bir isminin olmasına bile gerek yok. Her gün yeni bir başlangıçtır ve özeldir.



2018’ i kararlarınızı uygulayarak, her bir canlıya size davranılmasını istediğiniz gibi iyi davranarak, güzel, sağlıklı, mutlu olarak geçirmeniz dileklerimle... 
İstediğiniz gibi yaşayın emi. 

NOT :
Fotoğraflar bana aittir.