26 Eylül 2012 Çarşamba

''AUT'' OYUNUNA DAİR...

                        ''AUT'' OYUNUNA DAİR...




                       
                          15 Eylülde,bu dönemin tiyatro sezonunu  ikincikatta-geçen sezonun oyunu olan ''AUT'' isimli oyunla açtım.Oyun,bir taraftar grubunun arasında geçiyor. Tuttukları takımın kalecisi önemli bir maçta hatalı gol yiyince, kulüp başkanı ve kirli ilişkilere bulaşmış kalecinin menajeri devreye girerek, gençlerden kaleciyi kaçırmalarını, kendi istedikleri bir yere getirmelerini istiyor. Tüm bunlar olurken, takımın taraftar grubunun bulunduğu kahvehanenin basıldığını ve polisin birçok kişiyi göz altına aldığını anlıyoruz.Esas oyunda bu andan itibaren başlıyor.

                          Kendi adıma şiddet içeren hiç bir şeyden hoşlanmadığımı bu oyunla bir kez daha anlamış oldum.Kan görmek istemediğimi çok iyi anlayabiliyorum.Kan,kan,kan...Hele o pisikopatın çekiçle bir başkasının kafasını darma duman etmesi yok mu(tabii biz görmüyoruz ama öyle bir şey yaptığını hissediyoruz).Sonrası odadan bizlere doğru akan kan,vahşetin ne boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyor.Hele sahneye doğru akan kan yok mu içerde neler olduğunu görmemizin gerek olmadığını açıkca göstermiş oluyor.Oyunda, pis işlere maşa olan beş gencin çaresizlikleri ön plana çıkıyor.


 
 
                       Zehir karekterini oynayan oyuncu ,harikaydı.Konuşması,davranışları...Herşeyiyle oyunda ki karekteri üzerine giymişdi.Amcasının ölüm döşeğinde ki öğüdü “kötülükten gördüğü iyiliği” kendine amaç edinmiş.Yoldan çıkmış veya çıkarılmış bir karakteri ne de güzel şekillendirmiş.Diğer oyuncuları da beğendim.Güzel bir oyun çıkarmışlar.

                      Futbolla pek alakam olmadığı için oyuna bilet alırken ve daha sonrası izlemeye gittiğimde tedirgindim.Geçen sezon bu oyunu izlemememin en büyük nedenlerinden biri buydu.İyikine izledim diyorum.Günümüz Türkiye’sinin yakın plan fotoğrafını futbolu ele alarak çekiyor.

                      İkincikat,küçük bir tiyatro ama büyük oyunlar segileniyor.Oyun izlemeye gittiğinizde,oyuncu olarak karşınızda çok ünlü sanatçıları görebilirsiniz.Onun dışında ünlü bir sanatçıyla yan yana oyunu izliyor da olabilirsiniz.Bu oyunda yine kendisi de ünlü tiyatrocu Nedim Saban vardı.Bir kaç tane daha vardı ama isimleri aklıma gelmiyor,ne yapayım.

                      Gitmeyenler,üzgünüm güzel bir oyunu kaçırdınız.

                      Beyoğlunu sevenler,İkincikat'ı bir yere not edin ve en kısa sürede gelin.Bekleniyorsunuz.Oyundan sonra eğlencenize dolu dizgin devam edersiniz.Ben,öyle yapıyorum.


SIFIRNOKTAİKİ

AUT

yazan
alper kul & özgür özgülgün
yöneten
eyüp emre uçaray
yard. yönetmen
heves duygu tüzün
müzik
erkan kolçak köstendil & ersen kutluk
dekor & ışık
ece öz
oynayanlar
ferit kaya (sarı)
erkan kolçak köstendil (zehir)
taner ölmez (boza)
ihsan ceylan (fidel)
sinan arslan (öcü)
ömer güneş (çocuk)
volkan çolpan (oswald)
doğan kecin (reis)
incinur daşdemir (manita)

oyun süresi100 dk

ADRES:
http://iikincikat.tumblr.com/
t: 0 545 462 45 28 | 0 212 292 32 47
m: ikincikattayiz@gmail.com
f: http://www.facebook.com/iikincikat
t: https://twitter.com/ikincikat

NOT!:
fotoğraflar: ece öz

NOT2:
ödüller, adaylıklar, festivaller, özel projeler
* 17. Sadri Alışık Tiyatro Ve Sinema Oyuncu Ödülleri - Seçici Kurul Genç Oyuncu Özel Ödülü - Erkan Kolçak Köstendil
* 1. TOBAV Ödülleri - Yılın En Başarılı Oyunu Ödülü
* 1. TOBAV Ödülleri - Yılın En Başarılı Oyun Yazarı Ödülü Alper Kul & Özgür Özgülgün
* 1. TOBAV Ödülleri - Yılın En Başarılı Genç Yönetmeni Ödülü - Eyüp Emre Uçaray
* 1. TOBAV Ödülleri - Yılın En Başarılı Genç Erkek Oyuncusu Ödülü - Erkan Kolçak Köstendil
* Marmara Üniversitesi Yılın En’leri Ödülleri - Yılın Tiyatro Oyunu Ödülü

22 Eylül 2012 Cumartesi

BABAM (ÖYKÜ 9)

                      BABAM


                      Nöbetçi öğrenci,derste buluyor beni.Müdür,haber göndermiş,çağırıyor.Tenefüste geleceğimi söylüyorum.Birazdan tekrar kapı çalıyor.Aynı öğrenci.Önemliymiş,hemen gitmeliymişim.Zilin çalmasına on dakika var.''On dakikayı bekleyemeyecek kadar önemli olan şey ne?''düşüncesiyle öğrencileri sessizce beklemelerini tembihleyerek sınıftan çıktım.

                      Müdür,nazikce buyur etti,oturmam için eliyle işaret ederek.Şaşkınlık içindeyim.Nezaketten yoksun,her hareket ve konuşmada art niyet arayıp o meşhur sarı zarf diye adlandırılan zarfdan vermeyi sevenlerdendi.Yönetici olma kapasitesine sahip olmayan ve torpille müdür olanlar var ya onlardandı.Nitekim daha sonraları nasıl geldiyse öyle de gitti.Hangi şehre gitti hatırlamıyorum ama bir okula öğretmen olarak atandığını hatırlıyorum.Bir iki kişi dışında güle güle diyen olmamıştı.Gece kimselere görünmeden,eşyaları kamyona yükleyip ailesiyle gittiğini,gittiği sabah öğrenmiştik.Ne acı...Başladı konuşmaya;memleketimden telefon geldiğini hemen gitmem gerektiğini,izin verdiğini söyledi.Kendi kafasından beni telaşa sürüklememek için saçma sapan bir sebep söyledi ki-burada ondan bahsetmeyeyim-beni tam telaşa sürükledi.Evdekilerden birine bir şey mi oldu diye soruyorum merakla.Yok diyor.Israr ediyorum.O da ısrar ediyor.Odadan çıkıyorum.Kafamda düşünceler birbiriyle mücadele ediyor.Ne yapacağımı şaşırmış durumdayım.Merdivenlerden çıkıyorum,sınıfa doğru.Sınıfa girmeden tekrar iniyorum.Tekrar çıkıyorum,bu sefer öğretmenler odasına yöneliyorum.Kapıyı açmadan tekrar aşağıya yöneliyorum.Ne yaptığımı,ne yapacağımı bilemiyorum-şimdilerde olduğu gibi cep telefonu da yok.Benim bu halimi gören müdür yardımcısı çağırdı.Babamın rahatsızlandığını,ailemin çağırdığını söyledi.İlk aklıma gelen ölüm oldu.Yok öyle bir şey,inanın dedi.Sanki biraz sakinleştim.Kafamın içinde dağılan düşünceler yavaş yavaş hizaya gelmeye başlıyor.Toparlanan ben,evime gitmek üzere hızla okuldan ayrıldım.Hemen küçük bir çanta hazırlayıp otogara koşar adımlarla gittim.Boş bir yeri olan ve hemen kalkan bir otobüs buldum.Yolculukları seven ben için ne kötü bir yolculuk olmuştu.Ağlamak istiyorum,ağlayamıyorum.Camdan dışarısını seyretmek istiyorum,düşünceler müsade etmiyor.O zamanlar Orhan Veli'nin şiir kitabı nereye gidersem gideyim her zaman yanımda olurdu.Orhan Veli'nin şiir kitabını çıkarıyorum,okumak için.Mısralar bir şey ifade etmiyor.Severek defalarca okuduğum şiirlerin mısraları anlamsız geliyor.Sayfaları çeviriyorum okuyormuşcasına,fayda etmiyor.Yol uzadıkça uzuyor.

                     Sabahla beraber yolculukda son buluyor.Bir taksiye atlıyorum.Evimizin bulunduğu sokağa girdiğimde kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyor.işte evimiz.3-4 sene olmuştu burada yaşayalı ama ne anılar saklıyor içinde.Annemi ve babamı,bu yeni evlerinde daha önce görmediğim şekilde çok mutlu görmüştüm.Babamın ''kafam o kadar rahat ki Allah'a şükür bu günleride gördüm'' demesi bize çok şey ifade ediyordu.Gerçi öncesinde de babamın annesinden kalma 3 katlı evin üçüncü katında yaşamıştık;''Bülbül yuvası''nda.Çocukluğumun geçtiği yer.Anlatılacak çok şeyi olan ev.Sonra anlatmak üzere ''bülbül yuvası''nı geçelim.

                     Etrafta sabahın sessizliği var.Kapı zilini çaldım.Annem açtı.Boynuma sarıldı ve sessizce ağlamaya başladı.Ne yapacağımı şaşırdım.Soru işaretleriyle içeriye girdim.Ablam burada,abim yoldaymış...Sessizlik...Odaya yöneldim,kapı aralık...Yavaşça ittim.Uzunlamasına biri yatıyor.Sessizlik...Kimse konuşmuyor...Bir şey soramıyorum.Sessizlik bozulursa kötü bir şeyler olacak sanki...Kımıldadı.Evet evet kımıldadı.Biri başını uzattı,hoşgeldin diyor.Gülümsüyor.Hala soru işaretleri kafamda dans ediyor.Hoşbulduk diyorum.Yanına gidiyorum.Yanaklarından öpüyorum.Tabiri caizse izbandot gibi adam bir deri bir kemik.Şaşkınlık içerisindeyim.Yaşına yaş eklemeyi sevmeyen ben 3-4 yaş birden çöktüm sanki.

                     Öğlen gibi abim de geldi.Doktor ve hastane maratonumuz başladı.Ahh O'nu öyle görmek...İki koluna giriyoruz,ne kadar istemese de.Röntgen,tahliller v.s...Sonuç...Birbirimizin yüzüne bakamıyoruz.Susuyoruz.Konuşmaya kimse cesaret edemiyor.Arabanın yanına kadar iki koluna girdik yine.Sessizce biz ne dersek onu yapıyor.Bir şey sormuyor,biz de bir şey demiyoruz.Diyemiyoruz.Annem çaresiz gözlerle bizlere bakıyor.Biz ise ona bakmıyoruz.Bakamıyoruz.Hiç konuşmadan eve gittik.

                     Abim uygun bir dille anlattı anneme.Ciğer ....Ahhh körolasıca hastalık babamı mı bulmuştu.Ben ona çok iyi bakarım diyor annem.Ağlıyor.Tam rahatlığa erdi,bu mu gelecekti başına diyor.Kendilerine ait bu evde kimseden laf duymadan mutlu olarak yaşıyorlardı karı-koca.''Bülbül yuvası''nda oturduklarında az laf işitmemişlerdi.O laf söyleyenler,hemen geldiler.Nerden duydularsa.Ne için?Tabii ki hakkını helal et demeye.Helal olsun dese ne olacak,yapılanlar yapılmamış mı olacak?Hele en son yaşadıkları,unutulacak gibi miydi?

                     Şaşılacak şey.Annem,babama öyle bir baktı ki bir deri bir kemik olmaktan çıkarıp eski durumuna getirdi.Yavaş yavaş iyileşti,ayağa kalktı.Güzel günlerimize güzel günler eklendi.Yıllar,yılları fazladan takip etti.Helalleşmeye gelenler,helalleştiğini unutup yapacağını yeniden yaptı.Babam,eğer hakkı varsa bunlara hakkını helal etmediğini bizlere söyledi.Böyle mi olmalıydı?Paylaşılmayan neydi?Kefenin cebinin olmadığını bilmeyen,insan kalbini düşünmeksizin kıran insanlara anlatılacak hiç bir sôz yoktur.Ne yazık,birlik olup gereksiz bir şekilde insan kalbi kıranlar,sonraları aynı şekilde birbirlerini kırmaya başladılar.Bu andan itibaren geçmişte yapılanlar akıla gelip de içleri cızz eder mi?Yürekleri sızlar mı?Sanmam.

                      Hayat,içerisinde neler neler saklıyor.Elimizde olmaksızın görmemiz zorunlu olanlar dışında,çevremizde ki insanlar yüzünden gördüklerimizi de içerisinde barındırıyor.Hayat,ne kadar devam ediyor dense de o andan itibaren asla aynı şekilde devam etmiyor.

                      Hayat,bize oyun oynuyor.

NOT :
Öyküme konu olan resim yağlıboya bir çalışmamdır.

21 Eylül 2012 Cuma

ANLADIM

                         ANLADİM


 

                   Anladım.Deniz,seni seviyorum.Bana karşı bir büyün var.Uzun uzadıya rengine bakmaya doyamıyorum.Hep uzaklarda olmak istiyorum.Sen de götürüyorsun.Eee ne olacak bu halim?


BAŞKA DİYARLARDA

bir başka mı mutlu oluyorum
uzak diyarlarda.

uzak ne demek?
kendinden mi,başkalarından mı
ya da bulunduğun diyarlardan mı
gitmek...

uzaklara gitmek
beni kendimden
uzaklaştırıyor sanki.
benliğimden değil,
ben olan benden değil.
(20/09/2012-M.YUMRU)

17 Eylül 2012 Pazartesi

ÖYLESİNE,BİR ANLIK...

ÖYLESİNE,BİR ANLIK...
                      
                  (Başkasının gözünden...)

...

Yorgunum...

Pes etmiyorum,etmeyeceğim...

Bir ışık,bana doğru,benim için...

Bilmece gibi.

Hayatın kendisi zaten bilmece değil mi?

Ne olacak böyle?

...

13 Eylül 2012 Perşembe

KÖTÜ HABER

                        KÖTÜ HABER


                       İki gün önce öğleden sonra işe gideceğim.Telefon çalıyor.Ablam.Hayırdır diyerek açıyorum.Önemli olmadıkça iş saatleri içerisinde aramazlar.Merakla açtım.Üzücü bir haber.Güne böyle devam etmek varmış;Teyzemin kızı eşiyle birlikte yürüyüşe çıkıyor,yine bir başka kişi-ehliyetsiz sürücü-kız arkadaşıyla aynı saatlerde araba ile dolaşmaya çıkıyor.Görgü tanıkları arabanın çok süratli olduğunu söylemişler.Koskocaman iki ağacı yere serdikten sonra durmuş.Eee sonucu değiştiriyor mu?Biri toprağın altına biri de hastaneye.Hastaneye giden yoğun bakıma kaldırılıyor.Teyzemin kızı hastanede,hastanede ama boyun kırık,bel kırık,vücutta ki kemikler kırık,kanaması var,beyinde ise ödem.Amaliyat dahi yapamıyor,doktorlar.Kazaya sebep olanlar mı,onlar sapasağlam.

                       Hayat,bu mu?Çocukları büyüt,ayakları yere basacak duruma getir,emekli ol ve eşinle keyfini çıkaracağın bir zamanda başına bu gelsin.Üzülmemek elde mi?

                       Bizler ise ne diyeceğimizi şaşırıyoruz.Acil şifalar dilesek yatağa bağlı bir hayat yaşaması söz konusu.O,ne ister bilmiyoruz.Bir şeyler diyemiyoruz ama her şeye rağmen içimizden ''acil şifalar'' diliyoruz.

                       Her zaman diyorum;Hayat,yaşadığın kadardır.Kıymetini bilmek gerek.Olanakların ölçüsünde,şikayet etmeksizin isteklerini gerçekleştirmeli insan.En azından buna gayret göstermeli.Her gününü farklı kılmalı insan.İstediği gibi yaşamalı.

                       Hayatı ertelemeyin,yaşayın derim.Ertelediğiniz hayatı yaşamaya fırsatınız olmayabilir.Sevdiğiniz insanlara sevginizi haykırın,onları kucaklayın.Hayatı kucaklayın.Hayatın sizi kucaklamasına da müsade edin.Yaşamak istediklerinizi yaşayın ve kimsenin hayatınıza müdahale etmesine izin vermeyin.

                       Yaşamak güzelliktir.

NOT:Bu tarz düşünceler sadece ölümlerde aklıma geliyor sanmayın.Hayatımı biraz sonra ölüyormuşcasına yaşıyorum.Günü kaybetmek istemiyorum.Olanaklarım ölçüsünde yakalamağa çabalıyorum.
          Hani fedakarlıkları sözde çocukları için yapan,bir evi iki eve çıkaran,bir de yazlık alan,olmadı bir araba ama her seferinde yenilenerek alınan araba satın alan insanlardan değilim.O insanlarında sözde çocukları için yaptığı ama hem çocuklarının hem de kendilerinin hayatlarından çaldıklarını ve sırf kendileri için yaptıklarını düşünüyorum.Çevreden bunu görüyorum.İnsanlar kendi egolarını tatmin etmek uğruna ''çocuklarımın geleceği için'' deme terbiyesizliğini gösteriyorlar.Ama bu yapılanları çocuklar için gerekli olduğu zaman es geçiyorlar.
           Çocuğuna mal bırakacağına(!) yaşam hediye et.O,her şeye rağmen hayatını devam ettirir.Ama yaşamış olarak,görmüş olarak.

11 Eylül 2012 Salı

KATİE GABRİAL

                               KATİE GABRİAL


                              Güzel bir gemi seyahatinin son günü,28 ağustos akşamı dünyaca tanınmış yunan şarkıcısı Katie Gabrial'i dinledik.Ne hoştu.Hazırlanıp,konserin verileceği salona heyecanla gitmiştim.Kalabalıktı.Boş bir yer bulup oturmuştum.


                               Sıcakkanlı,fıkır fıkır bir sanatçıydı.Söylediği şarkılar bize ne kadar yakındı.Hele bizim olan şarkıları yunanca söylediğinde daha çok hoşumuza gidiyor ve sanatçıyı bir başka alkışlıyorduk.Gülşen'in ''of of kömür gibi yanıyorum'' şarkısını söylerken salon öyle bir coştu ki,anlatamam.Yan tarafımda oturan ve çift olarak seyahat ettiklerini anladığım kişilerden erkek olanı nakaratı söylerken kadının üzerine atılacak gibiydi.Ateş gibi yandığını ve ne istediğini bu kadar belli eden bir insan.Kadının davranışı ise estetikten uzak garip bir hoşuna gitmiş tavrı sergiliyordu.Konser salonundayız,ulan ellerine sahip çık.Bu kadar azdıysanız gidin odanıza be!


                               Öne doğru bir koltuk boşalınca hemen oraya geçtim.Gezi süresince her müzik sesi duyduğunda oynayan orta yaşta hanımefendi,burada da durmadı.Kendini sahneye attı.Sanatçıyla ve dansçılarıyla güzelce oynadı.Gezinin güzelce keyfini çıkardı.Böyle insanları severim.Genç insanlar öylece oturup,iç geçirerek seyrederken bu hanımefendi şıkıdım şıkıdım bir güzel oynayarak,eğlenerek tatilini geçirdi.Gençler de oturup birbirini süzsün,2 saatte bir mayo değiştirsinler.5 günlük tatile bir kaç büyük büyük bavullarla gelsinler.Çoğu insanımız tatilin ne demek olduğunu dahi bilmiyor.Birilerine anlatacak bir şeyleri olsun amacıyla mı tatil yapıyorlar?Bir araya geldikleri tanımadıkları insanlara kendilerince hava atmak için mi?Ne için?


                            Yalnız konser bitiminde,her konserde yaşadığım şeyi burada da yaşadım.Sanatçı son şarkısını söylerken seyirciler bir şey kaçırıyormuşcasına kapıya doğru yönelmeye başladılar.Ayıp yahu ayıp.Gemidesiniz.Trafik söz konusu değil.Eve hemen gitmeliyim derdi yok.Kamaranız biraz ileride.Yok eğlenceye devam edecekseniz,disco üstünüzde.Biz kalanlar alkışlarımızla sanatçıyı boğduk,bir daha çıktı.Güzel şarkılarından bir kaçını daha söyledi ve ''of of kömür gibi yanıyorum'' şarkısıyla konseri bitirdi.


                            Tatilin keyfini çıkaran insanlardanım.Kimse umurumda olmaz.Gitmek istediğim bir yeri seçer ve orada istediğim gibi bir tatil geçiririm.Herkese istedikleri gibi bir tatil geçirmesi dileklerimle...


NOT:Fotoğraflar benden.Pek güzel çıkmamış ama idare edin.

8 Eylül 2012 Cumartesi

BEN BİR EĞİTİMCİYDİM...(ÖYKÜ 8)

                    BEN BİR EĞİTİMCİYDİM...


                    Kitaplığımdan bu aralar okumakta olduğum Özdemir Asaf'ın ''benden sonra mutluluk'' isimli şiir kitabını aldım.Bir kadeh beyaz şarabımı yudumluyorken okumaya başladım.Geri planda TV,her zaman olduğu gibi öylesine açıktı.Belki de evde bir ses olsundu amaç.O gün TV de bir kanal,Başbakanın 4-5 gazeteciyle yapacağı ropörtajı canlı olarak verecekti.Gazeteciler aklımızdan geçen soruları neden sormuyorlardı?Bir bildikleri vardı herhal.Ehh ne diyecek diyerekten yarım yamalak bir kulağım da TV de.Şiir kitabımı okumaya devam ediyorum.Birden o sözleri duyunca tüylerim diken diken oldu.TV'e dikkat kesildim.66 aylık çocuklarını okula göndermemek için rapor alan velileri,ihanet etmekle suçlayan Başbakan ''66 aylık çocuklara rapor alan aileler evladına geri zekalı diyor'' demekle meşguldü.Gözlerim faltaşı gibi açıldı.Başbakan ne diyordu böyle?Aileleri bu şekilde suçlamaya hakkı var mıydı? diye düşünürken hiç aklımda yokken eğitimci olduğum zamanlar ve ilk görev yaptığım yer aklıma geldi...


                    Her eğitimci gibi ''neler neler yapacağım'' düşüncesiyle göreve başlamıştım.Senelerini geçirmiş eğitimcilerden daha farklı bakıyordum ilk zamanlar.Çarkın işleyişinden bi haberdardım.Günler geçtikçe şaşkınlığım artıyordu.İdealistlik fasa fiso,olmayacak ama çabalıyordum.Yok olmayacak.Yok yookkk...Sonraları önüme daha iyi fırsat çıktığında bu defteri kapattım.Şimdi bakıyorumda eğitimci olarak görev yapmayı bırakalı yıllar olmuş.TV seyrederken proğramın,eğitimcilik geçmişime götürmesi,şu günlerde eğitimde yaşadıklarımıza benzer şeyleri yaşamış olmamdan kaynaklanıyordu belki.Tam hatırlıyamayacağım ama göreve başladıktan iki sene veya üç sene sonra ''kredili sistem''diye bir sisteme geçilmek istendi.İlk söylenen pilot bölgelerde pilot okullarda başlanacağıydı.İlk önce bu seçilen okullarda denenecek sonrası olumlu olursa tüm okullarda bu sisteme geçilecekti.


                  Bizim okul yeni sistemin uygulanmayacağı bir okuldu.Tatildeyiz,okulun açılmasına daha çok var.Herkes memleketine gitmiş.Eş,dost,akrabasıyla haşır neşir.Bir telefon,çağrılıyorum.Hiç gidesim yok.Müfettişler toplantı yapacakmış,herkes çağrılmış.İsteksizce gidiyorum.Toplantıda yeni sistemin güzelliğini anlattılar.Okul olarak yeni sisteme geçmeyi istememizi de üstü kapalı olarak vurguladılar.Bir süre sonra bir toplantı daha olacağını söyleyerek gittiler.O zamana kadar düşünecektik.Okulumuzda belirli branşlar var,derslikler sınırlı,ne yaparsan yap yeterli değil...Kendi aramızda yeni sisteme geçmeme kararı aldık.Yanıtımız bu olacaktı.Tabii öğrenciler okul tatil olduğu halde gelip soruyorlar,yeni sisteme geçiyor muyuz diye.Onlar istiyor.Görünürde istedikleri dersi seçecekler,kendi okullarında olmazsa bile diğer okullarda seçtikleri dersi alabilecekler.Yeni arkadaşlar edinecekler,2 saat de olsa okullarını değiştirecekler v.s.Çok hevesliler.Kabul edilirse herşeyin duydukları gibi olacağını sanıyorlar.


                  İkinci toplantı zamanı geliyor.Bu arada pilot okul olmayan okullarında yeni sistemi kabul ettiklerini duyuyoruz.Bizim okulla birlikte bir kaç okul kalmıştı,kabul etmeyen.Problemleri ortaya koyduk,onlar yanıtladı.Biz söyledik,onlar da söyledi.Ne dersek diyelim sonuç aynı kapıya çıkıyordu.Her yol Paris misali...Bir hafta sonra gideceklerdi ve o zamana kadar net bir yanıt istiyorlardı.Bizim konuştuklarımız onların kulağına gidene kadar anlam değiştiriyordu demek.


                  Kabul edilirse tüm okul bilgisayarla donatılacaktı,daha neler neler.Okul personeli,konuyu konuşmak üzere bir araya geldik.Biz hayır desek de bu sistemle yeni eğitim yılına başlayacağımızı anlamıştık.''Hayır'' da diretip ondan sonra da hiç bir şey alamamak da vardı,okul ihtiyaçları açısından.Tayinlerde de zorluk çıkarılır mı çıkarılır,neler neler düşünüyoruz.Tatsızlıkla olacağına tatlılıkla olsun istedik.Diğer okullarda olduğu gibi yeni sisteme geçmeyi biz istemiş olduk!


                  Ne olursa olsun yeni uygulanacak bir şey,neden aşama aşama yapılmaz,şartlar ne olursa olsun pat diye uygulanır.Halbuki kademeli yapıldığında ortaya çıkan yetersizlikleri daha çabuk giderebilirsin.Ona göre tedbirlerini alabilir ve gerekli değişiklikleri yapabilirsin.


                 Böylelikle o sene,yeni eğitim sistemine ''kredili sistem'' le başladık.İstedikleri dersi seçeceğini zanneden öğrenciler,açılabilinen seçmeli derslerden ders seçmek zorunda kaldı.Başka okuldan ders alma işide olmadı.O okullarında problemleri bizim yaşadıklarımızdan farklı değildi.Bir soruya yanıt aradığımızda,gerekli yerler doyurucu hiç bir açıklama yapamıyordu.Sistem yeni,sistemi işletecekler ise sisteme yabancıydı.Esasında okullar yeterli dersliğe,öğretmene,kitaplığa,sosyal aktivite yapılacak salonlara sahip olsa öğrencinin iyi yetişmesi açısından güzeldi.Ama her konuda yetersizlik sistemin yürümesini engelledi.Normalde öğrenci boş zamanlarını çok iyi değerlendirebilirdi,okul dört dörtlük olsaydı.Evi uzak,boş saati de fazla öğrenci kışın soğukta nerelere gidebilir?Kaç sene sürdü hatırlamıyorum ama kısa bir süre sonra bu sistem kaldırıldı.


                 Başbakan hala konuşuyordu.Kalkıp TV'nu kapattım.Eğitime başlayacak küçücük öğrencilere içim acıdı.Umarım heba olmazlar diye düşündüm.Eğitim gibi çok önemli konularda uzun bir arştırma gerekir.Uzmanları dinlemek gerekir.Daha neler neler.Ben yaptım,oldu-eğitimde olmaz.Yetişecek küçücük çocuklar bizlerin geleceğidir.


                 N'olacak şimdi???



NOT.Başbakanın konuşması dışında öyküm gerçek hayattan alıntı değildir.Yerler ve kişiler hayalidir.Hatta anlatıcı bile.Öyle biri yoktur.Neee...Yok,yokkk...Yookkkk...

NOT :
Öyküme konu olan resim yağlıboya bir çalışmamdır.

7 Eylül 2012 Cuma

GEMİ

                     GEMİ




                    Karadan uzaklaşıyoruz.Gemi,her geçen zamanda,kara parçasını biraz daha uzaklara atıyor.Bir yerden sonra artık denizle başbaşayız.Hoş bir duygu.



                    Sabah erken kalktım.En üst güverteye çıktım.Yeni günü buradan karşılayacağım.Gün yavaş yavaş aydınlanıyor.Gecenin karanlığında simsiyah olan her yer,güzel yüzünü göstermeye başlıyor.Renk siyahtan mavinin ve kırmızının her tür rengine dönmeye başladı.Deniz Işıl ışıl.Dalgaların dans edişini daha belirgin görebiliyorum artık.Dalgaların ve ahhh geminin motor sesi...


                    Nasıl bir duygu bu?Nasıl anlatsam.Karada yürümemiz gibi...Deniz üzerinde bu işi sizin yerinize gemi yapıyor.Siz manzaranın,eğlenmenin ama dilediğiniz her şeyin keyfini çıkarıyorsunuz.Ama hep farklı yerdesiniz.Zamanın ne kadar hızlı hareket ettiğini gemi yavaş gitse de farkına varıyorsunuz.

                    Deniz üzerinde yürümek bu olsa gerek...

1 Eylül 2012 Cumartesi

ZAMAN ÇABUK GEÇİYOR

                   ZAMAN ÇABUK GEÇİYOR


                   Fotoğraf makinasına bakış çocukca.Zaten daha çocuklar.Nasıl masum,nasıl saf ve de güzel bir bakış hepsinde ki...Onlar kadar olmasa da ben de masumum,safım.Daha hayatın başındayım.Ama kısa zamanda(!) neler neler yaşandı.Hayat neler gösterdi.Kiminde seyirci konumunda seyretmenin dışında bir şey yapamadım,kimisinde ise müdahalede bulunmaya çabaladım.Ne değişti?Hayat bildiğini okudu...



 
 
             Zaman geçmiş,fotoğraflarda ki çocuklar büyümüş delikanlı olmuş.Kimisi hayata atılmış,kimisi atılmak üzere.Biri bankacı olmuş,biri akademisyenliği seçmiş,diğeri de doktor olmayı istemiş.
 
 
         



 
 
          Ben ise ne kadar yerimde sayıyorum desem de zaman,en güzel kanıt...Zaten bu üç insan biz büyüklerinde ne kadar değişime uğradığının bir kanıtı değil mi?Varsın olsun onlar büyüsün,isteklerini gerçekleştirsin ama ben,ben de onların dayısı,amcası olarak bırakın yerimde sayayım ya(Hahahaha).Sana ne.Size ne.Ona ne.kime ne ayol.
(Hahahaha)