26 Temmuz 2014 Cumartesi

KISA AMA GÜZEL BİR KONSERDİ


KISA AMA GÜZEL BİR KONSERDİ


Küçük kuş kanatlarını hızlı bir şekilde
çarparak tam ayaklarımın dibine indi.
Hiçbir şey yapmaksızın kafasını bana doğru çevirdi.
"Canıımmm..."
dedim.
"Güzelimm,bitanemmm.."
diyerek sıralamaya devam ettim.
Bir kanat çırpıp ayak parmaklarımın olduğu yere geldi.Yakınlaştık.
Hoşuma gitti.
Belli ki bu durumu o da sevdi.
Uçtu.
Geldi omuzuma kondu.
Öttü.
Durmadan öttü.
Sustum.Sadece onu dinledim.Güzel bir konser verdi.
Sustu.
Bakıştık ve gitti...


NOT:
Fotoğraflar bana aittir.
Bodrum'un güzel ara sokaklarından.

24 Temmuz 2014 Perşembe

İKİ YABANCI (ÖYKÜ 25)


İKİ YABANCI 


"Kızım onunla yapamazsın.İkiniz ayrı dünyaların insanlarısınız.Vermem."
Fahri Beyin kızına söylediği son söz buydu.Daha sonraları babasının karşısında konuşmaya çekinen Necmiye hanım,babasının masasına bir mektup bıraktı;
"Kaderime razıyım."
O mektuptan sonra Fahri Bey sessiz bir şekilde her şeyi kabul etti ama yaşadığı sürece de bir eli kızının üstünde oldu.

El bebek gül bebek,dadılarla,lalalarla büyütülen,kolejde okuyan hanım hanımcık Necmiye hanım,
serseri,geveze,cıvık,bir baltaya sap olmamış Ahmet efendiyle evlenip hayatında yaşamadığı,görmediği şeyleri yaşayacaktı.

İlk başlarda İstanbul sosyetesinin tanınan şahıslarından olan ablaları görüşmek istemedi.Hele Bedia hanım Adana defterini tamamen kapatmıştı.Hatta İstanbul'a gelen kızkardeşinin yakınında olan birileri cemiyet ortamında tanışıklık vermeye kalksa Adana'da tanıdığı kimsenin olmadığını söyleyip konuyu kapatıyordu.
O kişiyle de bir daha görüşmüyordu.
Gerçi böyle yapması sadece bu konudan dolayı değildi.
Daha sonraları Sahire hanım gelmeye başladı.Otoriter,şık,güzel bir kadındı.Adana'da kendi yaşadıkları hayatın dışında bir hayatla karşılaşıyordu.Dolayısiyle kalışlar kısa süreli oluyordu.

Necmiye hanımın babası geldiğinde ise Ahmet efendi yapmadığını bırakmıyordu.Bu onu çok üzüyordu.
Utancından yerin dibine giriyordu.
Ahmet efendi patavatsızdı.
Nerde ne konuşacağını,ne yapacağını bilmezdi.Başka zaman karısını dinleyen Ahmet efendi,karısına babasının yanında etmediğini bırakmıyordu.Fahri Bey'de bundan nasibini alıyordu.Oysa Fahri Bey sayesinde ayakta duruyorlardı.
Fazla kalmazdı.
"baba,beni de götür."
dese kızını bir saniye buralarda bırakmazdı.Necmiye hanım evliliğinin hata olduğunu kabul etse bile geriye dönmeyecek yapıda bir insandı.Ölüsü bu evden çıkacaktı.

Şu an oturdukları sarı binayı kadın başına yaptırmıştı.Kocası bir ucundan tutayım demediği gibi kendisiyle de konuşmuyordu.
Ahmet efendi,sarı binanın parasını karısından istemiş bir şeyler yapacağını söylemişti.Ama karısı vermemişti.Bu küsmeler,inşaatla ilgilenmemeler ondandı.Evlendiği günden beri uyduruk,karanlık,bodrum katlarda oturan Necmiye Hanım,parayı verdiğinde kocasının hiç bir şey yapmayacağını biliyordu.Para çar çur olacaktı.
O nedenle oralı olmadı.
"Hiç değilse birinde oturur,diğerlerini de kiraya veririm"
diye düşünüyordu.

Sarı binayı yapan ustalar,Necmiye hanımı dinlemiyorlardı.Bildiklerini okuyorlardı.Bir erkek baş olsa daha farklı olurdu.
Bu bina iki ev parası yiyerek en sonunda bitti.İkinci kata yerleştiler.

Bu ev,Necmiye hanımın hiç bir zaman alışamadığı,alışamıyacağı bağırtılara şahit oldu.Yer yarılsa yerin dibine girebilirdi.
Her zaman odasına sığındı.
Sığınağıydı.
Zamanla odasından çıkmaz oldu.
Yatağında hep uyku halindeydi.
Ender olarak evden çıkardı.
Köylü Fatma,Zeynep hanım sık sık gelirlerdi.Severlerdi Necmiye hanımı.O da onları severdi.Ailenin bir ferdi gibi eve girip çıkarlardı.
Bu anlar odasından çıktığı anlardı.

Yakışıklılık,güzellik her şeye yetmiyordu.İnsanın aklını başından alıyordu ama  beraberinde de hayatı zehir edebiliyordu.İçilen zehirin güzelliğinden bahsedilebilir mi?Hayatı söndüren şey ne olursa olsun güzel olabilir mi?
Aynı şeye bakan farklı iki göz,o aynılığı göremiyorsa birbirlerine baktıklarında ne görürler?
İçinde yeşeren sevgi çiçekleri çoğalmıyor her geçen gün soluyorsa hayat göz göre göre elinden kaçıyor demektir.

Necmiye hanım kaderciydi.
"Kaderime razıyım."
her şeyi açıklıyan bir cümleydi.
Necmiye hanımın hayatının özeti;
Geldi.Yaşadı.Gitti.

NOT:
Öyküme konu olan resim bir yağlıboya çalışmamdır.

18 Temmuz 2014 Cuma

BÜLBÜL YUVASI 2 (ÖYKÜ)


GEÇMİŞTEN BİR KAPIYI ARALARKEN 


Kapı kolunu yavaşça çevirdim.
Adımımla birlikte "Bülbül yuvası" nın içerisindeydim.Bir adım atıp öylece durdum.Gözlerim etrafı dolaşırken hatıralar geçmişe doğru yolculuğa çıktı.
Her şey seneler önce bırakıldığı gibiydi.Aynı...
Sadece içinde ki eşyalar farklı.

Ne yaparsanız yapın bir yerin ruhunu yok edemiyorsunuz.Çünkü geçmişte yaşanılanlar evin her yerine sinmiştir.
O yaşanmışlıkların içindeysen orada yaşamanın ya da yaşamamanın hiç bir önemi olmuyor.

Şu an durduğum yer sonradan eklenmişti.Hayal meyal sevindiğimi hatırlıyorum.Salon olarak kullanılan yerin alanı genişlemişti.
Sağ tarafıma yerleştirilen masa ve sandalyeler burayı yemek yediğimiz bir yer haline getirmişti.
Sol tarafta ise mutfak vardı.
Annemin harikalar yarattığı yer.
Yaptığı lezzetli
yemeklerden,pastalardan,tatlılardan yemeyen yoktu.
"Afiyet olsun."
Masanın iki etrafına oturan bizler,parmaklarımızı yercesine yemekleri silip süpürürdük.
Hızlı yemek alışkanlığından bir türlü kurtulamayan benim muhakkak boğazıma bir şeyler kaçardı.Öksüre öksüre bir hal olurdum.
"Yavaş ye,yavaş ye."
diye uyarılmama rağmen her seferinde tekrarını yaşardık.

Karşıda tam karşımda yanakları tombul bir çocuk çamaşır mandallarıyla bir kale yapmış.Kalenin içerisine evler yapmaya çalışıyor.Gidip yanağından sıkasım geldi.Öpüp okşamak,sevmek istesem de kendi dünyasına o kadar dalmıştı ki...
Yaşadığı mutluluğu bozmak istemedim.

Çocuğun hemen ilerisinde iki divan ve aralarında dışarıyı görebileceğiniz bir pencere vardı.
Pencerenin sol tarafında duvara monte edilen tablanın üzerinde bir radyo bulunurdu.Türkiye'de olup biteni sayesinde öğrenirdik.Arkası yarınlar kaçırılmazdı.Türk Sanat Müziği çalan proğramlar takip edilirdi.Bu güzel radyo aşağı kata taşındığımız zamanlarda bozulmuş ve bir köşeye atılmıştı.
Severdim.Şimdilerde insanlar o eski radyoları evinin bir köşesinde süs olsun diye kullanıyor.

Salona bakan iki kapı var.
Açık olan sol taraftaki kapıya yöneldim.
Yattığım oda.Yatağıma girdiğimde hayal dünyasına daldığım oda.Elimde sihirli bir deynekle her şeyi değiştirmek istediğim oda.Yatağımın yerine konmuş olan kanepenin üzerine oturdum.
İçimdeki çocuk da gelip yanıma oturdu.
Birlikte odanın tavanına gözlerimizi diktik.Şekillerden neler neler çıkarırdım.
Hangi ülkenin hangi diyarında kimbilir neler yapardım.Kalktım.
Pencerenin önüne geldim.
Karşımızda ki bina yıkılmış.
Yerine yenisi yapılmış.
Komşumuz TV alınca evin damına çok uzun bir demir direk diktirmişti.
Onun ucuna da TV antenini bağlamışlardı.Çok uzundu.
Yaptığım uçurtmaların bir kısmı daha havalanmadan bu direğe takılırdı.
Sokak,geçmişte yaşanan hikayeler gibi eski ve dökülüyordu.
Yeni olan şey yeni gibi gözükmüyordu.
Sanki sokağın eskiliğine ayak uydurmuştu.

Gerçekleşen çoğu hayallerimin fısıltılarını odanın içinde duyar gibiydim.
Hafifçe pencereyi açıp onları özgür bıraktım.Rahatladım.
Yüzümde bir gülümseme belirdi.

Odadan çıktım.Salonda küçük çocuk hâlâ çamaşır mandallarından yeni bir dünya yaratmakla meşguldü.Onun dünyasını bozmadan karşıdaki kapıya yöneldim.Annemle babamın odası.
Kapının hemen solunda yüklük öylece duruyordu.Gözlerim odanın içerisinde gezinirken biri pantolonumu çekiştiriyordu.Arkamı döndüğümde çocuğun bakışlarıyla gözgöze geldim.
"Gidecek misin?"
dedi.Ben de,
"Daha işim bitmedi ki."
dedim.
"Beni de götürecek misin?"
diye sordu.Yüzünde hınzır bir gülümseme vardı.
Güldüm.


NOT :
Öyküme konu olan resim "SAFLIK ÜZERİNE DENEMELER/
PORTRE" serisinden yağlıboya bir çalışmamdır.

13 Temmuz 2014 Pazar

BODRUM'DA YAŞAMAK ÜZERİNE 2



BODRUM'DA YAŞAMAK ÜZERİNE 2


Bodrum'a tatile gidiyorum dediğimde
"Halikarnas Disco,hıımmmm"
diye imalarda bulunuluyor.
Bu mekâna geçmişte gitmişliğim var hatta en son 4 sene önce gitmiştim.
Benim gibi Bodrum'a sürekli gidip gelen insanlar,çoğunlukla yaz-kış açık olan hoşuna giden mekanları bulup bunları sürekli gittiği (veya gideceği) yerler arasına katıyor diye düşünüyorum.Sürekli gittiğim yerler dışında yeni yerler keşfetmeyi de seviyorum.Nedendir bilmem Bodrum'a ilk defa gelenler tarafından "Halikarnas Disco" ve "Catamaran"a gitmek bir gelenek haline getirilmiş.
Oysa benim aklıma bile gelmez.
Oralara gitmektense ara sokaklara dalıp bilmediğim mekanlarda kaybolmayı yeğlerim.



İşin içerisine burada yaşamak girince insanların tuhafına gidiyor.
"Sıkılırsın."
"Kışı,yaz gibi değildir."
"Falan filan...."
buna benzer bir çok şeyler.
Bilmiyorlar ki orada kalanların çoğu yaz kalabalığından ve gürültüsünden hoşlanmıyor.Esasında bulunduğumuz yeri yaşanılır veya yaşanmaz hale kendimiz getiriyoruz.Sanırım biz bir şeyin b.kunu çıkarmayı seviyoruz.
Yunan adalarından bir örnek vermek istiyorum.Mikanos'ta saat 24:00 e kadar iki etrafı gezerken veya bir yerlerde yemeğinizi yerken/içkinizi yudumlarken bangır bangır çalan müzikle karşılaşmazsınız.
Bulunduğunuz yerde duymanız gerektiği kadardır.O kadar güzel bir şey ki,karşınızdaki insanla bağırmadan sohbet edebiliyorsunuz.
Geceyarısından sonra da ortalık gümbür gümbür oluyor diye düşünmeyin.Her yer tıklım tıklım,insanlar sokağa taşmış ve eğlence son sürat devam.Dolayısiyle eğlence için illa gümbür gümbür bir gürültü olması gerekmiyor.Burada şaştığım bir şey de şu olmuştu;
fiyatların düşmesine neden olacağı için otel yapımına müsade edilmediği.
Bodrum'da hâlâ bina yapımı dolu dizgin devam ediyor.Güzellikleri iğrenç düz binalarla yok ediyoruz.
Ve bunu devlet eliyle yapıyoruz.
Göz yummaması gerekirken görmemezlikten gelen bir devlet.
Turist gelmesini istiyorsak bu güzellikleri neden yok ediyoruz?



Bodrum'u sevmek anlatılmaz.Ona vurulursunuz.Sizi kalbinizden tabiri caizse tam 12 den vurur.O nedenle böyle birine
"niye?","neden?","neyini?",v.s. buna benzer şeyler sorulmaz.
Tutku,aşk...Nasıl kelimelere dökülür?Bir insanın göremediği şeyleri görmesi için hangi kelimeler kullanılır?Sokağında yürürken ki (kalabalık olup olmaması önemli değildir) mutluluk nasıl kelimelere dökülür?İçindeki duygu coşması karşıdakine nasıl yansıtılır?Kısaca;
"Aşk,gelir ve çarpar sizi.
Aşkı anlatmak yerine yaşarsınız."



Ben,Bodrum'a tatil yapmaya gitmiyorum Bodrum'u yaşamaya gidiyorum.


NOT :
Fotoğraflar bana aittir.


9 Temmuz 2014 Çarşamba

BODRUM'DA YAŞAMAK ÜZERİNE 1


BODRUM'DA YAŞAMAK ÜZERİNE 1


 Tatilimde Bodrum'a gideceğimi öğrenen  bir arkadaşım,
"Hiç güzel değil,beğenmedim." 
le başlayan olumsuz söylevine başladı.Adam hayatında bir kere 4-5 günlüğüne gitmiş bana anlattıklarını duysanız.Bu durumlarda karşımdakine hiç yanıt vermiyorum ve dinlemeyide kesiyorum.Amann kafamı anlattığı boş şeylerle dolduramam.



2006 yılına kadar yıl içerisinde yaptığım tatillerden biri mutlaka Bodrum'a olurdu.Bu tarihten sonra ise yurt dışı ve haftasonu kaçamaklarım dışında tüm tatillerimi bu güzel kasabada geçirmeye başladım.İlk başlarda her şey dahil sisteminde ki otelleri seçerek her sene bir koyunu dolaştım.Bir süre sonra bu konsepteki otellerin iki etrafı gezmek için bir engel olduğuna karar verdim ve bir daha da tercih etmedim.



İlk önce bir ayımı geçirmek üzere bir ev kiraladım.Ev hayatı yaşamak istedim.Kafamda yaşamak istediklerim farklıydı.Ailenin diğer fertlerinin beklentileri farklıydı.
Ben,onlara ayak uydurmak zorunda kaldım ve istediğim gibi geçiremedim.Daha sonra senenin her ayının burada nasıl olduğunu görmek üzere farklı aylarda gelmeye başladım.Kışlarının farklı bir güzellikte olduğunu gördüm.İki etraf yaz kadar kalabalık olmasa da sanmayın ki sessiz bir şekilde yazı bekliyor.Festivaller,kültür-sanat etkinlikleri,tiyatro,konser...



Bodrum'a ilk gelişim 1990'lı yıllara rastlar.Tepeler şimdiki gibi bina kirliliği ile dolu değildi.Bodrum ve Gümbet bu derece iç içe değildi.
Hoşuma gitti.Sevdim.
Süreklilik başlamadan önce fırsat buldukça gelmeye başladım.
İlk başlarda deniz ve eğlence önemliydi.Plansız-proğramsız yaşanan ne maceralar olmuştu.
Şimdi de zaman zaman hâlâ varlığını koruyan bu mekanlara macera yaşamak üzere değil de o günleri anmak üzere uğrarım.



Gide-gele ben Bodrum'u,Bodrum'da beni kucakladı.Ben onu sevdim,o da beni sevdi.Bir de baktım kendimi evimde gibi hissediyorum.Farklı bir duygu.Burada yaşamalıyım diye düşünmeye başladım.Her geldiğimde biraz daha tanımaya çabaladım ve merkezde yaşamam gerektiğine karar verdim.Nereye gitmek istiyorsam her yer yürüme mesafesinde.Trafikle işim olmayacak.İki etraf ise keşfedilecek güzel yerlerle dolu.



İşle alakam bittiği andan itibaren bir daha çalışmayı düşünmeyenlerdenim.
Uğraşlarımdan resime ağırlık vereceğim.Bu da zamanımın büyük kısmını alacak diye düşünüyorum.
Olanaklarım ölçüsünde de diğer sanatsal faaliyetlere zamanımı ayıracağım.İş böyle olunca büyük şehirde yaşamanın benim için pek bir cazibesi olmuyor.Dolayısiyle sevdiğim bir yerde yaşamak en güzeli olacaktır:BODRUM.



NOT:
Fotoğraflar bana aittir.


6 Temmuz 2014 Pazar

UÇURTMALARIM (ÖYKÜ 24)



DİĞERLERİNİN SIRADANLIĞI ONUN FARKLILIĞINI ORTAYA ÇIKARIYORDU

Uçurtmalarım...
Hepsi benimdi.Bir tanesine bir şey olduğunda hemen yenisini yapardım.Giden uçurtmamın arkasından üzülürdüm ama yenisini yaparken de bir o kadar mutlu olurdum.Uçurtma yapmasını öğrendikten sonra hep kendi yaptıklarımı gökyüzüne saldım.Kamışla iskeletini çıkardıktan sonra üzerini kendi boyadığım kağıtlarla kaplardım.Pastel boyalarımla adeta bir kişilik kazandırırdım.
Dama çıkıp uçurtmamı gökyüzüne bıraktığımda sanki onunla birlikte ben de gökyüzünde süzülürdüm.
Birbirine benzeyen uçurtmaların içinde uçurtmamın farkedilmemesi mümkün değildi.Diğer uçurtma sahipleri uçurtmamı iplerine dolayıp gökyüzünden indirmek isterlerdi.Bu saldırılar başlayınca kızıyordum ama heyecanıma da engel olamıyordum.
Sinirleniyordum.Onlar kovalıyor ben kaçıyordum.Kimi zaman yakalanmaya ramak kala uçurtmamı gökyüzünden alırdım.Kimi zamanda yakalanırdı uçurtmam.Yakalayanlar onca emek harcanmış güzel uçurtmayı ne yaparlardı bilmezdim.Gökyüzünde birbirinin aynı olan uçurtmalar süzülmeye devam eder dururdu.Hepsi aynı elden çıkma mahalle bakkalından alınmış gibi.

Evde mumlu kağıtlardan çokca bulunurdu.Annem kendine ve ablama yapacağı kıyafetlerin patronlarını bu mumlu kağıtlara çıkarırdı.Şimdi hâlâ çıkıyor mu bilmiyorum ama eve giren dergilerden bir tanesi işte o elbise modellerin çıkarıldığı "Burda" dergisiydi.İlk önceleri mumlu kağıtları çaktırmadan alırdım sonra da annemin elini atınca her zaman bulabileceği ve işini görebileceği şekilde bırakarak uçurtma yapmaya devam ettim.

Yeni yaptığım her uçurtmamı gökyüzüne bıraktığımda renklerinin insan gözünü almaması mümkün değildi.Uzaklaştıkça güzelliğine güzellik katıyordu.Diğerlerinin sıradanlığı farklılığını daha da arttırıyordu.Farklı olmak iyi miydi yoksa kötü müydü?Görünen iyi olduğunu söylüyordu ama başkaları iyi olmadığını gösteriyordu.Belki de o başkaları iyi değildi.Kötü insan iyiden anlar mıydı?Yoksa herkesi kendisi gibi mi bilirdi?

Kanatlarıyla uçmak güzel bir şey olsa gerekti.İçimden geldi bir gün çok emek harcadığım uçurtmamın ipini kesiverdim.İlk önce hafif bir sarsıntı geçirdi sonra...
Mutlu bir şekilde aldı başını gitti.
Gökyüzünde kayboldu.Son uçurtmamdı.
Bir daha da uçurtma yapmadım.
Yaptığım şeyi benim uygulamam için biraz daha beklemem gerekiyordu.
Çok sonraları uyguladım.
Hoşuma gitti.Sevdim.Mutlu oldum.
Ve sonrası hayatıma kimseyi karıştırmadım,nasıl yaşamak istiyorsam öyle yaşadım.

Gün doğdu ve gün battı.
Arada yaşananlar ise bana aitti.
Başkalarının değil kendi istediklerimi yaşadığım anlar.Anlar,hayatın bütününü oluşturmuyor mu?Ben,her ne kadar istediğimi yaşasamda hayat,insana yaşamayı düşünmediği,aklına hiç bir zaman getiremediği şeyleri de yaşatıyor.
Yapacak bir şey yok.
Ayak uydurabiliyorsanız hayatın içindesiniz yoksa...

NOT:
Öyküme konu olan resim yağlıboya portre çalışmamdır.