30 Eylül 2014 Salı

BÜLBÜL YUVASI 5 (ÖYKÜ)


HER ACI BİR BAŞKA ACININ ALTINDA KALIYOR


Her zaman olduğu gibi yemeğin ortasında ağlayarak masadan kalktım.
Masayı terketmemi gerektiren lafları neden söylerdi bir türlü anlamazdım.Yarı aç kalktığım masada kendisi takma dişlerini birbirine vurup ağzını şapırdata şapırdata yemeğine devam ederdi.
Ben ise bir köşede ağlıyor olurdum.
Suçum neydi,bilmezdim.
Annemin,babamın kazancıyla aldıklarından yaptığı güzel yemekleri yemek miydi?Anlamazdım.

Sarı binada oturmak laf duymak için yeterliydi.Orada oturmanın dışında sanki karnımızıda doyuruyorlardı.
Oysa sarı binada oturmanın dışında kimseden bir katkı yoktu.Dedem sokaktan gelirken bir ekmek veya başka bir şeyler alıp eve gideyim diye düşünen cinsten biri değildi.Elini kolunu sallaya sallaya gelirdi.Zaten kimse de ondan bir şey beklemezdi.Huzurlu bir yaşantı,
istenen buydu.

Daha sonraları annem ya yemekten önce ya da sonra benim karnımı doyurmaya başladı.Bana söylenen sözler yaşlı diye es geçilecek türden değildi.Artık aynı odada da bulunmamaya çabalıyorduk.Her gördüğü yerde bana laf söylüyordu.
Ben ise daha çocuktum ve ne yapıyorum diye düşünürdüm.Bana söylerken anneme laf vurmalar.
Annemin "haspinallah" çekişleri...
Akşam babam eve geldiğinde de lafları o değil de başkası kendine söylemişcesine çocuk gibi ağlamaları.
Evin durumunu düşünün.
Halbuki elimden tutup beni gezdirsin isterdim.Hikayeler anlatsın isterdim.Dede gibi bir dede olsun isterdim.

Acaba diğer torunlarına da bana davrandığı gibi mi davranıyordu?Onları da yaşadıkları evin içine sığdırmıyor muydu?Kızlarına da anneme yaptıklarını mı yapıyordu?Bütün bunları merak eder dururdum.

Kulaklarımız istediğimiz şeyleri duyduğu müddetçe biz ve karşımızdaki insanlar iyi.Duymak istemediklerimiz yüzümüze vurulduğunda ki acı,yaşanılandan daha mı beterdir?
Yaşanılan acı yüreği öyle bir ağlatır ki bir daha aynı şeyleri yaşamak istemez insan.Yaşatanlar bu acının nasıl olduğunu  bilmezler mi?
Bence bilirler,bilirler de bilmek istemezler.

Sarı binada oturmak birilerine kıslı olmayı mı gerektiriyordu acaba?
Meğer bu bizim için öyleymiş.Oysa ki gelecek,insana neler neler gösteriyor.
Bugüne bakınca babamın hem kendine hem bize yazık ettiğini düşünüyorum.

Dedemi hatırlamak istediğimde daha küçük yaşlarıma giderim.Etrafta olanları tam anlamayacak yaşlara...
Yayla zamanlarına...

Ablam ve arkadaşları evcilik oynayacakları zaman beni çarşıya dedemin yanına gönderirlerdi.
Dedem,kese kağıdına o an sergide bulunan her türlü meyveyi koyar beni gönderirdi.Meyve dolu kese kağıdı elimde arada meyvelerden atıştırarak evcilik oynanan yere gitmelerimi hatırlarım.
Esasında o yaşlardaki yayla günlerime gitmemin dedemle hiç alakası yok.
Yaylanın en güzel zamanları.O yılların bir daha da o yaylaya uğramadığını düşünürüm.Hemen hemen herkes birbirini tanırdı.Akşamları gençler,
gruptan birinin evinde buluşurdu.O evin ön tarafındaki geniş sofasında toplanırlar,sohbet ederler ve birden fazla gaz lambası ışığında papaz kaçtı,pis yedili,pinaki gibi oyunlar oynarlardı.
Ortada bir iddia olurdu.Kazananın kaybedene verdiği cezalar olurdu.
Cezalar da oyunlar kadar eğlenceliydi.

Gündüzleri de ayrı bir güzellikti.
Büyükler meydanda yakan top oynardı.
Biz çocuklar dahil ebeveynler de meydana toplanırdı.
Ne keyifli geçerdi saatler.
Hele sisin dağdan aşağılara indiğinde ki saklambaç oyunu...
Bu keyfi ileri ki yıllarda biz çocuklar delikanlılık zamanımızda yaşadık.
İki metre ötendekini sis nedeniyle görmemen oyuna ayrı bir zevk veriyordu.

Seneler ilerledikçe sis perdesini etrafına yaymanın nasıl bir şey olduğunu öğreniyorsun.İstediğin insanlar o sis perdesini geçebiliyor istemediklerin ise her zaman sis perdesinin ötesinde...
Sis perdesinin gerisinde yaşananlar ise kişiye ait.Her acı bir başka acının altında kalıyor.Öncesi yaşanılan acı ise her geçen gün etkisini azaltarak insanın yüreğinde hafiften kanamaya devam ediyor...

NOT :
Öyküme konu olan resim,siyah beyaz bir fotoğraftan çalışılmış suluboya bir çalışmamdır.

Hiç yorum yok: